12 Aralık 2006 Salı

Lokman Suresinden Hikmetler


Elmalili Meali- Lokman Suresi (31. Sure, 34 Ayet)

12 - Andolsun ki biz, Lokman'a "Allah'a şükret!" diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır.

13 - Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür."

14 - Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): "Bana, anana ve babana şükret" diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.

15 - Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.

16 - "Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde, yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır."

17 - "Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir."

18 - "Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah övünen ve kuruntu edenlerin hiçbirini sevmez.

19 - Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.


Lokman Suresi Tefsiri (Elmalili M.H. Yazir)
http://www.kuranikerim.com/melmalili/lokman.htm

23 Kasım 2006 Perşembe

Salih Amel

Orhan Çeker
Samil Islam Ansiklopedisi
İyi, güzel, faydalı, sevaba ve Allah'ın rızasına sebep olacak, haram sınırına girmeksizin kişinin iman, iyi bir niyet ve ihlâs ile yapmış olduğu davranışlar .

"Amel", iş manasına gelir. "salih" ise, elverişli, yararlı, yarayışlı demektir. Dolayısıyla amel-i salih; kişiye ahiret saadetini sağlamaya, Allah'ın rızasını kazanmaya elverişli olan, Allah katında bir değer ifade eden davranışlardır .

İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran, onu çepeçevre sararak koruyan salih amellerdir. Amel-i sâlih Kur'an-ı Kerîm'de doksan küsür yerde doğrudan doğruya veya dolayı olarak emredilmiştir. Sâlih amelden sözeden ayetler genellikle, önce imana değinerek başlarlar. Bunların hep "İman edip salih amel isleyenler..." şeklinde oldukları görülmektedir. Bu da iman ile amelin, bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğunu ortaya koyar. iman olmadan güzel davranışların hiçbir önemi olmadığı gibi, salih amel olmadan da kuru bir imanın tadı yoktur

Bir müslümanın imanını salih amellerle bütünleştirmesi, dünya ve ahiret hayatına bağlı olarak bütün davranışlarını güzelleştirmesi gerekir. İslam'ın müminlerden istediği iman ve salih amel budur. Nitekim Cenâb-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de kurtuluşa erebilecek kimseleri şöyle tanıtıyor: "Asr'a yemin olsun ki hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak iman edip salih amel işleyenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna." (el-Asr, 103/1-3). "Muhakkak ki iman edip salih amel işleyenler, yaratıkların en hayırlısıdırlar." (el-Beyyine, 98/7). Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi imanın yanında mutlaka salih amel gerekir. Bu da İslâm'ın bütün emir ve yasaklarının yeryüzünde uygulanması, insanların hayatına hakim kılınması için gereken amelî ve sözlü tebliğdir. Allah'ın emirlerini uygulayıp, bunları kendi nefislerinde yaşayarak toplumda yerleşmesi için çalışmak amel-i salihtir. En hayırlı yaratık olmanın şartı budur. Kur'an-ı Kerîm'de salih amel'den söz eden bütün ayetlerde hemen hemen önce imandan söz edilmektedir.

"Kadın, erkek iman etmiş olarak kim salih amel islerse ona güzel bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz. " (en-Nahl, 16/97).

"İşte o gün hükümranlık Allah'ındır, O. aralarında hükmeder. İnanıp salih amel isleyenler, en güzel Cennetlerdedir." (el-Hacc, 22/56).

"İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini örteriz. Onları yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız." (el-Ankebût, 29/7).

"İman edip salih amel isleyenleri iyilerin arasına koyarız. " (el-Ankebût, 29/9).

Amel-i salih ister istemez ihlâsı çağrıştırır, işin salih olması ancak Allah rızasının mutlaka gözetilmesi ile gerçekleşir. Amel, Allah rızası için olacak ve insan bu amelinin karşılığını yalnız Allah'tan isteyip yalnız ondan bekleyecektir. İnsanların hoşnutluğunu ve beğenisini kazanmak için yapılan ameller asla amel-i salih değildir. Zira buradaki niyet bozukluğu insanı ihlâssızlığa ve riyaya götürür. Riya ile yapılan amellere ise Cenâb-ı Hak iltifat etmez ve karşılığını da vermez.

Amel-i salih, Allah'ın rızası gözetilerek yapılmış bir amel olursa kişinin duasının kabul olunmasına sebep ve vesile olabilir. İnsan sıkıntı anlarında daha önceden yapmış olduğu salih bir amelden dolayı Allah'ın izniyle sıkıntıdan kurtulabilir.

Bu hususta müttefekun aleyh olarak nakledilen hadis meşhurdur. Pek uzun olan bu hadiste kısaca şu olay anlatılır: "Üç kişi yağmurdan korunmak için bir mağaraya girerler ve mağaranın ağzına bir taş yuvarlanıp mağaranın kapısı kapanır. Duadan başka çareleri yoktur. Onlardan birisi anne-babasına hürmette en ufak bir kusurda bulunmadığını, diğeri çalıştırdığı işçinin hakkına son derece riayet ettiğini ve kendi uhdesinde kalmış olan işçinin hakkını yine onun namına çalıştırıp büyük bir meblağ:olarak yıllar sonra ona verdiğini, öbürü ise her türlü imkân ve uygun bir ortam mevcut olduğu hâlde zina etmediğini, bütün bunları da sadece Allah rızası için yaptıklarını söyleyerek o sıkıntının giderilmesini dilerler. Sonunda Allah'ın izniyle tas yuvarlanır gider ve onlar da kurtulur" (Buhârî, Edeb, 5; Müslim, Zikir, 100). Burada bizler için ibretler mevcuttur: Kişi sıkıntıya düşebilir. O anlarda Allah'a dua ederken zikretmesi gereken amel-i salihi bulunmalı, o güne kadar kişi, amel defterine bu türden ameller kaydettirmelidir. ihlâsla yapılan amel, inciye benzer. Ne kadar küçük olursa olsun o yine de çok kıymetlidir.

Allah, kendisine ulaşmamız için vesileler aramamızı emreder (el-Mâide, 5/35). "Vesile" kelimesinin akla getirdiği mana ise Allah'ı razı edecek amel vb. dir. (İbn Kesîr, Tefsir, II, 563).

Bu arada hayırlı evlâd da amel-i salih cümlesinden sayılmıştır. Hayırlı evlâd yetiştirmek zamanımızda müslümanlar için hayli önem arzeden bir meseledir. Resulullah (s.a.s.): "İnsan ölünce ameli kesilir (amel defteri kapanır). Ancak üç şey müstesna (onlar yazılmaya devam eder): Sadakayı cariye (insanların uzun zaman istifade ettiği çeşme, yol, köprü, hastahane, cami...), kendisinden istifade olunan ilim (kitap vb.), kendisine duacı olan salih evlâd" buyurmuştur (Ebû Dâvud, Vesâyâ; 14; İbn Mâce, Mukaddime; 20). Evlâtların, amel-i salih olacak şekilde yetiştirilip ardımızdan bizlere hayır dua eder bırakılması önemli görevlerimizdendir .

Bunun aksine, makbûl olmayan çocuklara "amel-i gayr-i salih" denilmiştir. Hz. Nûh (a.s.), kendisine isyan edip gemiye binmediği için sularda boğulan oğlunu tufandan sonra yeniden Allah'tan isteyince Allah'u Teâlâ cevaben "Ey Nûh, o, senin ailenden değildir. Çünkü o, amel-i gayri salih (salih olmayan bir amel-sahibidir..." (Hûd, 11/46) buyurdu.

Ameli salih, imanın tabii bir semeresidir. Eğer bir kalpte iman yerleşmiş ise, bu imanın gerektirdiği hareketler, yavaş yavaş ve kendiliğinden tezahür etmeye başlar. Bu kaçınılmazdır. Çünkü iman sadece dil ile ikrar edip monoton bir hayat tarzını benimsemek demek değil; bilâkis dil ile ikrarın yanında, müspet ve hareketli bir gerçekten ibarettir. Salih amelde, vicdanda yer eden imanın, vakit kaybetmeden kendini dış dünyaya açıklaması demektir. İslâm'da sözü edilen iman, işte bu şekilde salih amellerle tamamlanan bir imandır. Bu imanın pasif kalmaya asla tahammülü yoktur. Müminin içinden çıkıp dışına aksetmesi gerekir. Eğer bir iman, bu tabii hareketi sağlayamıyorsa, o ya sahtedir veya ölüdür. İman, güneşten uzak kapalı bir kutuda yetiştirilmeye çalışılan çiçek misali, sadece kişinin iç dünyasında gizlenip kalamaz. Böyle bir iman yok olmaya mahkûm veya ölüme terkedilmiş demektir. O. ancak salih ameller ile beslendikçe kuvvet kazanır ve hayat bulur.

İmanın kıymeti buradan gelmektedir. iman; amel, hareket, bina ve imar işidir. Kişiyi Allah (c.c.)'a yöneltir.

"İnanıp salih ameller işleyenlere gelince. Onların yaptıklarına karşılık, varacakları Cennet konakları vardır. " (es-Secde, 34/19).

"İnanıp salih amel işleyenler, Cennet bahçelerindedirler. Rablerinin katında onlara diledikleri verilir. İşte büyük lütuf budur." (eş-Şûrâ, 42/22).

"Kim salih amel işlerse lehine, kim kötü amel işlerse aleyhinedir. " (Fussilet, 41/46). "Allah'a iman edip salih amel işleyenlerin günahları affedilir. " (et- Teğabun, 64/9).

"Allah, yeryüzüne salih kullarım vâris ve hakim olacaktır, diye hükmetmiştir. " (el-Enbiyâ, 21/105).
.

23 Eylül 2006 Cumartesi

Nur Mesnevisinde Gezintiler (I)

Mesnevi-i Nuriye
ZEYL-ÜL-HUBAB

İ’lem Eyyühel-Aziz! (*) İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.

Evet hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür'atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür'atle giderken تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ âyetini okuyor. Sefine-i arz sür'atle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma. Firakın elemi, telaki lezzetinden ağırdır.
.
Ey nefs-i emmarem! Sana tabi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana müsahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelal'e abd olurum.

Ve keza kader muhitinde uçan tayyare-i ömre veya hayat dağları arasında açılan uhdud ve tünellerinden şimşekvâri geçen zamanın şimendiferine bindirerek, ebed-ül âbâd memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevkeden Hâlık-ı Rahman-ür Rahîm'den meded istiyorum.

Ve keza hiç bir şeyi dualarıma, istigaselerime ve niyazlarıma hedef ittihaz etmem. Ancak küre-i arzı harekete getiren felek çarklarını durdurmağa ve şems ve kamerin birleştirilmesiyle zamanın hareketini teskin ettirmeğe ve vücudun şahikalarından yuvarlanıp gelen şu dünyayı sâkin kılmağa kadir olan kudreti nihayetsiz Rabb-i Zülcelal'e dualarımı, niyazlarımı arz ve takdim ediyorum. Çünki her şeyle alâkadar âmâl ve makasıdım vardır.

Ve keza kalbime vâki olan en ince, en gizli hatıraları işittiği ve kalbimin müyul ve emellerini tatmin ettiği gibi; akıl ve hayalimin de temenni ettikleri saadet-i ebediyeyi vermeğe kadir olan Zât-ı Akdes'ten maada kimseye ibadet etmiyorum. Evet dünyayı âhirete kalbetmekle kıyameti koparan kudret muktedirdir, âciz değildir. Bir zerre o kudretin nazarında gizlenemez. Şems, büyüklüğüne güvenerek o kudretin elinden kurtulamaz. Evet onun marifetiyle elemler lezzetlere inkılab eder.

Evet Onun mârifeti olmazsa, ulûm evhama tahavvül eder. Hikmetler illet ve belalara tebeddül eder. Vücud ademe inkılab eder. Hayat ölüme ve nurlar zulmetlere ve lezaiz günahlara tahavvül eder. Evet Onun mârifeti olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana a'da ve düşman olurlar. Beka bela olur, kemal heba olur, ömür heva olur. Hayat azab olur, akıl ikab olur. Âmâl, âlâma inkılab eder.

Evet Allah'a abd ve hizmetkâr olana her şey hizmetkâr olur. Bu da, her şey Allah'ın mülk ve malı olduğuna iman ve iz'an ile olur.

Evet kudret, insanı çok dairelerle alâkadar bir vaziyette yaratmıştır. En küçük ve en hakir bir dairede, insanın eli yetişebilecek kadar insana bir ihtiyar, bir iktidar vermiştir. Ferşten arşa, ezelden ebede kadar en geniş dairelerde insanın vazifesi, yalnız duadır.

Evet قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاؤُكُمْ âyet-i kerimesi, bu hakikatı tenvir ve isbata kâfidir. Öyle ise, çocuğun eli yetişemediği bir şeyi peder ve vâlidesinden istediği gibi; abd de, acz ve fakrıyla Rabbına iltica eder ve Hâlıkından ister.

Kaynak: Mesnevi-i Nuriye, Zeyl-ul Hubab

19 Şubat 2006 Pazar

Mevlana Rumi'den...

Mesnevimiz vahdet dükkanıdır. Orada, birden başka ne görürsen puttur.” (122). “te’vile ruhsat vermektesin.”(2/258). “Sen kendini tevil et, Kur’anı değil. İsteğine göre Kur’anı tevil ediyorsun. Yüce mana, senin tevilinde.., aykırı bir şekle girdi!” (1/88). “…tevil ihsan edilen şeyi geri vermektir..” (1/308)

Manayı şiire sığıştırmaya çalışmak, hapsolmakla müsavi, ondan gayri bir şey değil. Şiirde mana sapan gibi, istenen yere gitmesine imkan yok.”(1/125). Manasız yere gah hikaye yoliyle, gah laf olsun diye çakmak taşıyla demirini biribirine vurma!”(1/130). “Mesnevi’yi kısa ve gönlün isteği bir şekilde düz. Macerayı özlü ve kısa anlat.” (6/44) Allah için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit değildir; hayale kapılarak, şüpheye düşerek de değil. Yaptığımı , işlediğimi, ancak görerek yapıyor, görerek işliyorum.” (1/313).

“Vahiyden olmayan söz, heva ve hevestendir.” (6/369). “..adam fikirle değerlidir, fikirle diridir.”(5/300) “Akıllıysa canımızdır.. ahmak ağzıma helva tıksa onun helvasından hastalanır, ateşlenirim!..”(4/158) “Ahmaklar baş oldular da akıllılar başlarını kilime çektiler!”(4/119) “Kim ahmaksa düşmanımızdır..” (4/158)

Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O sebepten sofi, hayli hor, hakirdir. (Burada sofinin bir ayini taklit ederken başına gelen acı iş anlatılır ve sofinin en sonunda şöyle dediği kaydedilir): O taklide ikiyüz kere lanet olsun!” (2/41, 43)

Savaş, delilerin ellerindeki kılıçları alsınlar diye müminlere farz olmuştur.”(4/118). “Kafirler inatlaşmada maymun tabiatlidirler.” (1/23)

İnsan (kerremna) kır atına binmiş, ihtiyar dizginini de akıl eline vermiştir.”(3/269) “Akıl, akla uygun olan her şeyi mucizesiz, keşmekeşsiz kabul eder.” (1/176) “Kötü hastalık, lanet edilmesi icabeden, uzaklığa layık olan illet akıl noksanıdır.” (2/117) “..her kötü kişinin kafirliği, firavunluğu, umumiyetle akıl noksanlığından ileri gelmiştir.”(2/118) “akıl nurani ve iyi bir hak ve hakikat arayıcısyken..” (3/307) “…Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve hüccete atmış şeyh!” (3/41) “..aklı uçan başsa kuyruk kesilir!” (1/76)“Duygu gözünün mezhebi itizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavuşmuştur.” (2/5) “Peygamber ne de güzel söyledi: Bir zerre aklın , oruçtan da yeğdir; namazdan da.”(5/38) (Hadis olarak naklettiği bu habere mesnevi kaynak vermiyor).

“..Akıl mehenk olmadıkça meydana çıkmaz… her ikisini de hemen mehenge vur! Bu mehenk te Kur’andır, peygamberlerin halidir.” (4/186)Vehim alemleri yakan Firavunun’dur; akıl, canları parlatan, aydınlatan Musa’nındır.” (4/186)

Aklın varsa, başka bir akılla dost ol, görüş, danış!” (4/104)

“Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir ama vahiy sahibi ona öğretir.”(4/106) İmana mensup akıl, adil bir şahneye benzer..” (4/161) “Yarın dostunun senden nefret etmesini istemiyorsan bir akıllıya dost ol, akla yar ol!” (3/218) “..karanlıkları yakan o aklı kendine kılavuz yap!” (1/304)

“Akıllı kişiye, sonda göülecek şey önceden görünür.”(3/275) “Akılsız, ahırdaki otu tatlı görür..akıllı ahırdaki hayvanın nihayet kasap elinde telef olacağını görür.”(3/305) “Aklın hassası işin sonunu görmektir..” (2/118) “ileriyi gören akıl gözü keskindir.” (3/374).

“Aklı, bir dostun aklına dost et de (onların işi danışmakladır) ayetini oku, ona göre iş yap!” (5/15) “Sen de akıl güneşini yak..” (5/13)) Akıllılar , cüzde küllü görürler.”(4/11)

“Aklı tam olmayan akıllı kişinin yanında taşa, kerpice benzer.” (6/41)

“Akıllı olanlara bir işaret yetişir..” (5/102) “Gerçi aklın seni yücelere çekmekte; ama taklit kuşun aşağılarda yayılmakta..” (2/178) “Akıl, bir kere yüz gösterse, suretini şu aleme izhar etse, gündüz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı. Ahmaklık ta mesela, meydana çıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır!”(4/176)

“Bilgisizlik, taklit ve zan ile dolu ağlayış.(5/108) “..araştırmadan, doğru bir içtihatta bulunmadan heva ve hevesine uyarak BİD’ATe kapılanı, yel, ad gibi kapar öldürür.” (6/369) “Taklitle uyumaksızın bakmayı adet edin, kendi aklını koru..”(6/263) “İsa (A) nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice kanlar döktü! Hava suyu yavaş yavaş çeker, alır ya.. ahmak ta dininizi böyle çalar, böyle alır işte.” (3/211)

“Muhakkikle, mukallit arasında çok fark vardır. Bu Davut gibidir; öbürü ses gibi! Bunun sözleri yanıklıktan doğar, öbürüyse söylenmiş köhne sözleri belleyip nakleder.”(2/38) “Mukallit, söz söylerken ağlasa bile habisin maksadı, ancak tamahtır” (2/38) “..her mukallit de sınanmakla rüsvay olur.” (5/329) “..mukallitte yüzlerce delil, yüzlerce söz vardır. Ama dile getirince görürsün ki onlarda can yok.”(5/203)

“Akıl, asıllarda mukallit olduğu (zaman) için bil ki ferilerde de mukattir.” (6/87) “Taklitten doğan bilgi canımızın vebalidir, iğretidir. Biz se o bizim malımızdır diye oturup kalmışız.” (2/178) “Taklit bilgisi, satış içindir..” (2/250) Mekke ulularının Peygamberle harp ederken kurban kesmeleri de, tanrı tarafından kabul edilir ümidiyleydi.” (1/184) “Mukallitlere ‘zorla gelin’, yaratılışı temiz kişilere de ‘isteyerek gelin’ denmiştir.” (3/376) “Çünkü o, taklit perdesinden kurtulmuştur..” (4/175)

“Taklit her iyiliğin afetidir..”(2/38) “..Mukallit de iki yolun arasında şaşırır kalır.”(5/264)

“Ey oğul! Bağı çöz, azat ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?”(1/2) Ey can, önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeğe çalış, çabala!”(1/31) “Er ol, erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak, sersemleşme.” (1/40)

İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur. İhtiyata riayet eden kişi, akıllıdır.”(1/84) Temiz şeyler temizlere aittir; pislere de pis şeyler.. kendine gel!(2/22) Bir adam sakalla erkek olsaydı keçinin de sakalı var, tüyü var; o da adam olurdu.Halbuki o keçi, kötü bir klavuz olur, kendisine uyanları ancak kasaba çeker, götürür. Sakalını tarar, ben ileri gelen biriyim demek ister.. Kendine gel de sakaldan vazgeç, kendine bir yol tut, bu benliği, bu teşvişi bırak.”(5/273) Firavun da saçını sakalını süslemiş… kendisini İsa’dan yüce göstermeye kalkmıştı.”(3/62)

Peygamber rahipliği nehyetti. Sen nasıl oldu da böyle bid’ate kapıldın.. Ümmetin arasında ol, Ahmed’in (S) sünnetini bırakma..”(6/41) “Bir kimse iman ve itaat yolunda yürüyüp te bir an bile ziyan etmişse kafirim!”(1/79)

“Ekmek isteğine düşen eşekten farksızdır..” (1/306) “..malın sebatı yoktur; gece gelir, gündüz dağılıverir. Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken yarasıyla solup sararıverir..” (6/23)

“Din ehlini kin ehlinden ayırt et..”(1/306) “Peygamberlerin ululuğundan ve hutbelerinden gayrı padişahların hutbeleri, ululukları, adları, sanları değişir; baki kalmaz.” (1/90) “Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerince makbul değildir.”(3/11) “.. köre teklif yok..” (3/54) “Eğer körsen teklif yoktur. Değilsen yürü var; sabır kurtuluşun anahtarıdır.” (2/6) “..Tamah insanı sağır eder.” (2/32) “Dünya malı zayıf kuşların tuzağıdır..” (4/53) “Boğazına düşkün yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler, fakat kedi gibi yüzlerini yıkarlar temiz görünürler.” (2/32)

“Kur’anın nuru da hak ile batılı zerre sere fark eder, bize gösterir.”(2/65) “akıl, başka akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar.” (2/2) “Bilgiyle uyumak, uyanıklıktır. Vay bilgisizlikle oturan uyanık kişiye!” (2/3) “ARAMAK YOK MU , KUTLU BİR İŞTİR. Hak yolundaki bu istek maniler giderir.”(3/116) Aletin yoksa bile iste ara.. (Allah) yolunda alete ihtiyaç yoktur.” (3/117)

Not:1-parantez içindeki rakamların birincisi cilt numarasını, ikincisi sayfa numarasını gösterir.
2- Bu kompozisyon M.E.V.ince yayınlanan Mütercim Veled İzbudak’a ait Mesnevi tercümesinden alınmıştır.
(3- Bu kompozisyon, kriter dergisi, 1. Cilt, 1977, 9. sayıdan alıntıdır)

http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=115&Itemid=47

5 Şubat 2006 Pazar

Hoca Ahmed Yesevi'den Hikmetler

Hikmet - 1

Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip
Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte.
Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup
'İkinci defter' sözlerini açtım ben işte.

Sözü söyledim, her kim olsa cemale talip
Canı cana bağlayıp, damarı ekleyip,
Garip, yetim, fakirlerin gönlünû okşayıp
Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben işte.

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol
Mahşer günü dergahına yakın ol
Ben-benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.

Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu
O gece Mirac'a çıkıp Hakk cemalini gördü
Geri gelip indiğinde fakirlerin halini sordu
Gariplerin izini arayıp indim ben işte.

Ümmet olsan, gariplere uyar ol
Ayet ve hadisi her kim dese, duyar ol
Rızk, nasip her ne verse, tok gözlü ol
Tok gözlü olup şevk şarabını içtim ben işte.

Medine’ye Rasul varıp oldu garip
Gariplikte sıkıntı çekip oldu sevgili
Cefa çekip Yaradan'a oldu yakın
Garip olup menzillerden geçtim ben işte.

Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla
Mustafa gibi ili gezip yetim ara
Dünyaya tapan soysuzlardan yüzünü çevir
Yüz çevirerek derya olup taştım ben işte.

Aşk kapısını Mevlâm açınca bana değdi
Toprak eyleyip 'Hazır ol! ' deyip boynumu eğdi
Yağmur gibi melâmetin oku değdi
Ok saplanıp yürek, bağrımı deştim ben işte.

Gönlûm katı, dilim acı, özüm zalim
Kur'an okuyup amel kılmıyor sahte alim
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Haktan korkup ateşe düşmeden piştim ben işte.

Altmış üçe yaşım ulaştı, geçtim gafil;
Hakk emrini sıkı tutmadım, kendim cahil;
Oruç, namaz kazaya bırakıp oldum ergin;
Kötüyû izleyip iyilerden geçtim ben işte.

Vah ne yazık, sevgi kadehini içmeden,
Çoluk-çocuk, ev-barktan tam geçmeden
Suç ve isyan dûğümünü burada çözmeden
Şeytan galip, can verirkende şaştım ben işte.

İmanıma çengel vurup kıldı gamlı,
Mürşid-i kamil Hazır ol! ' deyip saçtı koku
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti kirli
Allah'a hamd olsun, iman nuru açtım ben işte.

Mürşid-i kamil hizmetinde gidip yürüdüm;
Hizmet kılıp göz yummadan hazır durdum;
Yardım etti, Şeytanı kovalayıp sûrdüm;
Ondan sonra kanat çırpıp uçtum ben işte.

Garip, fakir, yetimleri sevindiresin;
Parçalayıp aziz canını eyle kurban;
Yiyecek bulsan, canın ile misafir
Hak'tan işitip bu sözleri dedim ben işte.

Garip, fakir, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o kulundan Allah.
Ey habersiz, sen bir sebep, kendisi saklar;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim ben işte.

Yedi yaşta Arslan Baba ya verdim selâm;
'Hak Mustafa emanetini eyleyin armağan'
İşte o zamanda binbir zikrini eyledim tamam
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim ben işte.

Hurma verip, başımı okşayıp nazar eyledi
Bir fırsatta âhirete doğru sefer eyledi
'Elveda' deyip bu âlemden göç eyledi
Medreseye varıp, kaynayıp coşup taştım ben işte.

Sünnet imiş, kâfir de olsa, verme zarar
Gönlü katı, gönül inciticiden Allah şikayetçi;
Allah şahid, öyle kula 'Siccin' hazır
Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte.

Sünnetlerini sıkı tutup ümmet oldum:
Yer altına yalnız girip nura doldum;
Hakk'a tapanlar makamına mahrem oldum,
Bâtın mızrağı ile nefsi deştim ben işte.

Nefsim beni yoldan çıkarıp hakir eyledi
Çırpındırıp halka ağlamaklı eyledi
Zikr söyletmeyip şeytan ile dost eyledi;
Hazırsın deyip nefs başını deldim ben işte.

Kul Hoca Ahmed, gaflet ile ömrün geçti;
Vah ne hasret, gözden, dizden kuvvet gitti;
Vah ne yazık, pişmanlığın vakti yetişti;
Amel kılmadan kervan olup göçtüm ben işte.

Hoca Ahmed Yesevi


(Hoca Ahmed Yesevi'ye [1093-1166] ait bu şiir Çağatay Türkçesi orijinal metninden Türkiye Türkçesine Dr. Hayati Bice tarafından aktarılmıştır.)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı