4 Aralık 2008 Perşembe

Sünnet ve Hikmet İlişkisi

Hasan YENİBAŞ

Hikmet, din ve felsefe sahalarında kullanılan geniş kapsamlı bir terimdir. Bundan dolayı, Sünnet ve hikmet ilişkisine geçmeden önce, konu bütünlüğü açısından “hikmet” kavramının tanımı, Kur’an ve hadislerde kullanılışı üzerinde durmak faydalı olacaktır.
Hikmet kelimesinin sözlük anlamı

Hikmetin çok çeşitli ve farklı tanımları yapılmıştır. Klasik sözlüklerde hikmet kelimesinin “yargıda bulunmak” anlamındaki hukm masdarından isim olduğu belirtilir; ayrıca “engellemek, alıkoymak, gemlemek, sağlam kıllmak” manâlarına gelen ihkam masdarıyla anlam ilişkisi kurulur . İbn Düreyd’in tesbitine göre Arapça’daki “el-kelime mine’l-hikme” deyiminde geçen hikmet kelimesinde “alıkoymak, gem vurmak, sakındırmak” anlamı daha çok belirgindir. Zira bu deyimle kastedilen şey, insanı iyi olana yönlendiren, çirkin ve kötü olandan alıkoyan sözdür. Böyle ahlâki muhtevalı özlü sözlere “hikmet”in yanı sıra “hüküm” de denmektedir .

İbn Manzur, hikmetin özellikle Allah’a nisbeti halinde, “eşyayı kâmil ilmiyle bilmek” manâsına geldiğini belirtir. İnsana nisbet edilmesi halinde ise hikmet, “dengeli olma, orta yol üzerinde bulunma, adalet niteliği taşıma” anlamlarına gelmektedir. Nitekim eski Araplar “muhakkem” kelimesini “hikmetli, tecrübeli, olgun kimse” manâsında kullanmışlardır .

Ragıb el-İsfehani ise hikmet terimini “ilim ve akılla gerçeği bulma” şeklinde tanımlamaktadır. Hikmet Allah için kullanıldığında “eşyayı bilmek ve onu en sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak”, insan için kullanıldığında “mevcudatı bilip hayırlar işlemek” anlamına gelmektedir. Hüküm hikmetten daha geneldir. Zira her hikmet hükümdür, fakat her hüküm hikmet değildir. Hikmete “ Kur’an tefsiri, Kur’an ilmi” ve ‘nübüvvet” karşılıkları da verilmiştir .

Cürcani, “hikmet, insanın gücü ölçüsünde nesnelerin mahiyet ve hakikatlerini bilmesidir”, şeklinde bir tarifte bulunur. O, hikmeti sözlü ve sözlü olmayan hikmet olmak üzere ikiye ayırır: Birincisi şeriat ve tarikat ilimlerini kapsarken, ikincisi Hakikat’in sırlarını ihtiva eder. İlimleri kitaplardan öğrenen bilginler ve halk yığınları için hikmetin bu türü zararlı olabilir; çünkü bunu kavrayamaz veya yanlış kavrarlar. İbn Kayyim’de de buna benzer bir taksim görüyoruz. O da, hikmeti amelî ve ilmî olmak üzere ikiye ayırıyor. İlmî hikmet, eşyanın perde arkasına muttali olmak ve sebep ile netice arasındaki ilişkiyi bilmektir. Amelî hikmet ise, varlık düzeninde her şeyi yerli yerince koymak demektir .

Tahânevî de hikmetin buna yakın tanımlarını zikrettikten sonra, hikmeti, “amelî hikmet, münzel (indirilmiş) hikmet, siyasi ve medeni hikmet” gibi çeşitli bölümlere ayırır. Tahânevî, hikmetin nebevî bir kaynaktan ne’şet ettiğini ve İslâm dünyasında Meşşai ve İşraki iki kola ayrılıp yayıldığını söyler . O’nun, bununla yaptığı tasnif, İslâm felsefe ekollerinin tasnifi gibidir.

Ragıb el-İsfehani ise hikmet terimini “ilim ve akılla gerçeği bulma” şeklinde tanımlamaktadır. Hikmet Allah için kullanıldığında “eşyayı bilmek ve onu en sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak”, insan için kullanıldığında “mevcudatı bilip hayırlar işlemek” anlamına gelmektedir. Hüküm hikmetten daha geneldir. Zira her hikmet hükümdür, fakat her hüküm hikmet değildir. Hikmete “ Kur’an tefsiri, Kur’an ilmi” ve ‘nübüvvet” karşılıkları da verilmiştir .

Kur’an-ı Kerim’de hikmet

Kur’an-ı Kerim’de hikmet, 10 yerde kitap kelimesiyle beraber olmak üzere 20 defa geçer; ayrıca üç defa “mülk”, birer defa da “mev’ıza, hayır, âyet” kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır; “hikmetün bâliğa” terkibi ise bizzat Kur’an’ı ifade eder. Bu kelimelerin hikmetle birlikte kullanılması hikmetin hangi anlama delalet ettiği hususunda çeşitli yorumlara yol açmıştır . Kur’an terminolojisine dair günümüze ulaşmış en eski metinlerden biri olan Mukatil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) el-Vücuh ve’n-Nezâir adlı eserinde hikmetin, öğüt, anlayış-ilim, nübüvvet, Kur’an’ı tefsir edebilme ve bizzat Kur’an’ın kendisi olmak üzere beş vechi olduğu belirtilir.

Müfessirler hikmeti çeşitli anlamlarda yorumlamışlardır. Kur’an’da hikmetin, geçtiği her âyette aynı anlama gelmediği bir gerçektir. Dolayısıyla, içinde hikmet kelimesinin yer aldığı her âyet müstakil değerlendirilmelidir. Meselâ, haha sonra temas edeceğimiz üzere, kitap ve hikmet beraber kullanılırsa, hikmet sünnet anlamına gelebilir. Kurtubî, Katade’nin bu konudaki görüşüne tefsirinde yer verir.

Elmalılı, tefsirinde hikmetin 23 ayrı anlamını vermektedir. Onun açıklamaları, büyük ölçüde eski müelliflerin yaptığı hikmet tanımlarının tahlilinden ibarettir. Bunların başlıcaları: sözde ve fiilde doğruyu tutturmak; hem bilgi, hem iş; ilim ve fıkıh; anlamak, bilhassa varlıkların özündeki manâları ve Allah’ın emrini anlamak; icat; varlık düzeninde her şeyi yerli yerince koymak; güzel ve doğru işlere yönelmek; bilhassa devlet idaresinde Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak; Allah’ın emirlerini düşünmek ve onlara uymak; Allah’a itaat; vesvese ile gerçeği birbirinden ayıran nur; doğru ve hızlı karar verebilme; ruhların sükun ve emniyetinin son durağı; din ve dünya düzeni; ledünni ilim; ilhama devamlı mazhariyet için sırrı saklamaktır. Ve hikmet, bunların hepsidir.

Hadis-i şeriflerde hikmet

Hikmet kelimesinin hadislerde de Kur’an’daki anlamları doğrultusunda çeşitlilik arz ettiği görülmektedir. “Hikmet mü’minin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır” hadisi, Müslümanların, işlerine yarayan bilgiyi ve doğru sözü kimden ve nereden geldiğine bakmaksızın alabileceklerine işaret etmiş, bu durum dış kültürlerden uygun biçimde faydalanmaya meşruiyet kazandırmıştır. “Ben hikmet eviyim, Ali onun kapısıdır” hadisi, hikmetin ilim, nübüvvet ve sünnet kavramlarıyla bağlantısını ortaya koyar. Efendimiz’in (s.a.s.) Abdullah b. Abbas hakkındaki, “Allah’ım, ona hikmeti ve kitabın te’vilini öğret!” duasındaki hikmetten kasdın, Kur’an’la amel etmek, sünnet, sözde isabet, haşyet, üstün akıl, kendisiyle ilham ve vesvesenin ayırt edildiği nur olduğu hadis şârihlerince belirtilmiştir. Buhari, hikmet, nübüvvetin dışındaki görüş ve içtihadlarda isabet etmektir fikrindedir. Kamil Miras ise, hadiste geçen “Kitabın te’vili”nden kastedilenin sünnet olduğunu beyan eder.

Hadislerde hikmet belli bir kişiye nisbet edildiği gibi, bir ülkeye de nisbet edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber Yemen’den gelen bir heyeti karşılarken onlara, “İman Yemenlidir, hikmet Yemenlidir” şeklinde iltifat etmiştir .

Yine bir hadiste, “Hikmetin yayıldığı meclis ne güzeldir” buyurulurken, bir başka rivayette de Kur’an’ı Kerim “hikmetin nuru” olarak nitelendirilmektedir .

Görüldüğü gibi, hadis-i şeriflerde de hikmet, birbirine yakın da olsa, değişik manâlarda kullanılmaktadır.

Sünnet - Hikmet İlişkisi

Buraya kadar, hikmetin değişik şekillerde kullanıldığını görmüş bulunuyoruz. Şimdi, yukarıda arzettiğimiz bilgileri de kullanarak sünnet –hikmet ilişkisini açıklamaya çalışacağız.


Kur’an-ı Kerim’de 10 âyette kitap ve hikmet kelimeleri birlikte kullanılmıştır. Bu âyetlerden bazıları şöyledir:

“Nitekim Biz, size aranızdan âyetlerimizi size okuyan, sizi (kötülüklerden, günahlardan, yanlış düşünce ve inançlardan) arındıran, size Kitabı ve Hikmeti öğreten ve bilmediklerinizi size öğreten bir peygamber gönderdik” (Bakara, 151).

“Andolsun ki Allah, aralarından âyetlerini okuyan, onları (kötülüklerden, günahlardan, yanlış düşünce ve inançlardan) arındıran, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle mü’minlere lütufta bulunmuştur” (Âl-i İmran, 164).

“Ümmîler arasından, onlara (Allah’ın) âyetlerini okuyan, onları (kötülüklerden, günahlardan, yanlış düşünce ve inançlardan) arındıran, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur” (Cum’a, 2).

Bu âyetleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bu tür âyetler muhteva açısından benzerlik arzettiğinden dolayı tamamını zikretmeye gerek görmüyoruz .

Bu ve benzer âyetlerde açıkça, Hz. Peygamber’e kitabın yanında hikmetin de verildiği beyan edilmektedir. Bu hikmetin kitap olması mümkün değildir. Çünkü, eşsiz bir belâğat mu’cizesi olan Kur’an-ı Kerim’in içinde gelişigüzel kullanılmış kelimeler, maksadı bütün bütün kapalı ifadeler ve gereksiz itnab, yani gereksiz yere sözü uzatma olamayacağından , söz konusu âyet-i kerimelerde, hikmetten maksat, kitap veya kitabın bir kısmı olamaz; zira o zaman hikmet kitap üzerine atıf yapılmazdı. Birbirine atıfla yanyana zikredilen iki şey, birbirinden farklı olmalıdır . Hikmetin ne anlama geldiği tartışılabilir; ama şunu kesin olarak ifade ediyoruz ki, kitaptan maksat, Kur’an olduğuna göre, hikmet, Kur’an’ın dışında ve Rasûlüllah’ın misyon sahasına giren ve hemen Kur’an’dan sonra gelen bir şeydir.


İmam Şafii, bu konudaki âyetleri sıraladıktan sonra şu sonuca varır: Allah Teâlâ, “kitap” deyince Kur’an’ı, “hikmet” ile de –görüşlerine katıldığım ehl-i Kur’an âlimlerinin dediği gibi– Rasûlüllah’ın sünnetini kasdetmiştir. Bu görüş, Kur’an’ın ifadesine uymaktadır. Allah, en iyisini bilir. Çünkü Kur’an, önce kitabı, peşinden hikmeti zikretmiştir. Allah Teâlâ da kendilerine, kitap ve hikmeti öğretmekle kullarına yaptığı ihsanı zikretmektedir. Buradaki hikmetin, Rasûlüllah’ın sünnetinden başka bir şey olduğunu söylemek de uygun değildir. Sebebi şudur: Allah Teâlâ, hikmeti, kitapla yanyana zikretmiştir. Ayrıca Peygamberi’ne itaati ve herkese onun emrine uymayı farz kılmıştır. Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinden başka hiçbir söz için “farz” denilmesi caiz değildir. Bunun sebebi de Allah Teâlâ’nın, Rasûlü’ne imanı, kendisine iman ile beraber zikretmesidir.”

İmam Şafii, bu ifadeleriyle şunu açıklamak istiyor: Allah Teâlâ, bütün bu âyetlerde hikmeti, kitap üzerine atfederek zikretmiştir. Atıfla, yanyana zikredilen iki şey aynı olmayacağı için buradaki hikmet, sünnettir. Ayrıca burada hikmetin, sünnetin dışında başka bir şey olması da mümkün değildir. Çünkü Allah Teâlâ, bize hikmeti öğreterek ihsanda bulunduğunu bildirmiştir. Böyle bir ihsan, ancak doğru, gerçek ve katındaki ilmine uygun bir şeyle olabilir. Şu halde hikmet, kitap gibi uyulması gereken bir şeydir. Özellikle Allah Teâlâ’nın, hikmetle kitabı beraber zikrettiğini düşünürsek, söylediğimiz daha rahat anlaşılır. Hem Allah Teâlâ bize, ancak kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine uymamızı emretmiştir. Şu halde hikmetin sünnet olduğu ortaya çıkmaktadır .

Pek çok müellif tarafından da bu âyetlerdeki hikmet sünnet olarak yorumlanmıştır . İbn Kayyim de, müstakil olarak kullanıldığı zaman farklı anlamlara gelen hikmet kelimesinin, kitapla birlikte kullanıldığında sünnet manasına geldiği görüşündedir .

Hz. Peygamber’in dışındaki peygamberlere de hikmet verildiğine göre, hikmetin peygamberlik misyonuyla yakından irtibatlı olduğu söylenebilir. Taberî hikmeti açıklarken şöyle demektedir: “Hikmet, bilgisi ancak peygamberin beyanıyla idrak edilebilecek olan ilahi hükümleri bilmek, bu hükümleri ve bunların delalet ettiği diğer hükümleri kavramaktır” . Müfessire göre hikmet, nebevi misyonun bir yönüdür. Peygamber’in kendisine indirilen kitabı öğretme sürecinde ilahi hükümleri nasıl açıklayacağını bilmesine ve onları bildirmesine, ayrıca bu şekilde elde edilen bilgiye hikmet denir. Taberi, Hz. Davud’a verildiği kaydedilen (Bakara, 251) mülkün siyasi otorite, hikmetin ise nübüvvet olduğunu belirtmektedir .

Kurtubi, hikmete verilen çeşitli anlamların sonuç olarak Kur’an veya sünnete delâlet ettiğini belirtir . “Onlara kitabı ve hikmeti öğretir” (Bakara, 129) mealindeki ayetin tefsirinde hikmetin “kitabın doğru yorumu ve uygulanması” anlamıyla sünnet kavramına yaklaştığını söyleyen Kurtubi , Bakara suresinin 231. ayetindeki hikmeti, “kitapta nas olarak bulunmayan şeyler hakkında Rasûlüllah’ın dilinden Allah’ın muradını açıklayan sünnet” şeklinde tefsir etmektedir .

Söz konusu âyetler ve bunların tefsiriyle ilgili söylenenler, sünnetin kaynağıyla ilgili önemli ipuçları vermektedir. İmam Şafii, meşhur eseri el-Ümm’de şunları kaydeder: “Peygamber’in farz kıldığı her şey vahiy ile olmuştur. Bir okunan vahiy (vahy-i metluv) vardır, bir de doğrudan Hz. Peygamber’e vahyedilen ve Hz. Peygamber’in sünnet kıldıkları vardır.” Şafii, bu ikinci çeşit vahyin, ister bazılarının dediği gibi Cebrail tarafından Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kalbine ilka edilen bir bilgi olsun, isterse insanları doğru yola iletmesi için bizzat Allah’ın kendisine bildirdiği bir bilgi olsun, herkesi bağlayıcı olduğunu söylemektedir .

Şafii, bu yaklaşımı aynı kitabın bir başka yerinde şöyle ifade eder: “Peygamber, Allah’ın emri olmadan hiçbir konuda hüküm vermemiştir. Allah’ın, Peygamberine gönderdiği emirler iki kısımdır: Biri, bizzat Allah’ın insanlara tebliğ edilmek üzere inzal ettiği vahiy; diğeri de Allah’tan “şu işi şöyle yap” diye bir mesaj gelir, o da onu yerine getirir.” Şafii, bu yaklaşımını delillendirmek için “(Ey Peygamber hanımları) oturun da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti zikredin.” (Ahzab, 34) âyetini anarak, vahyin ikinci kısmını “hikmet”le açıklar . Şafii bir başka yerde de şöyle demektedir: “Bazı âlimlere göre, Hz. Peygamber’in sünnetinin tümü onun kalbine ilka olunmuştur ve onun sünneti de hikmetin ta kendisidir” .

Konuyla ilgili İsmail L. Çakan’ın değerlendirmesi ise şöyledir: “Kur’an-ı Kerim, hem lafzı hem de manasıyla vahiy olduğu için ona vahy-i metluv (okunan vahiy) denilmektedir. Sünnet ise, vahyin bir çeşit meal ve mefhumu olduğundan dolaylı vahiydir. Fakat lafız olarak vahiy niteliğine sahip değildir. Bu sebeple de ona vahy-i gayr-i metluv denilmektedir.

İsmail Lütfü Çakan’a göre, Hz. Peygamber, vahiy, üstün beşerî akıl ve nebevî akıl ya da peygamberlik birikimi (meleke-i nübüvvet) denilen üçlü bir yolla ilim elde etme imkânına sahiptir. Vahiy gibi, diğer insanların ulaşması mümkün olmayan bir bilgi kaynağıyla uzun süre temasta bulunan beşerî aklın en üst seviyesine sahip bulunan Hz. Peygamber’de, meleke-i nübüvvet denilen bir peygamberane ictihad kabiliyet ve birikiminin oluşacağı muhakkaktır. Bu meleke sayesinde de Hz. Peygamber (s.a.s.), başkalarının intikal edemediği bir takım İlâhî gerçekleri kavrayıp en uygun ifade ve uygulamalarla insanlara anlatır. Sünnetin bilhassa Kur’an’ı ve Allah’ın muradını anlayıp, tefsir etmede ve uygulamada, kendisine uyulması kesin olan ve başkaları açısından ulaşılamaz boyutu, işte buradan kaynaklanmaktadır.


Hz. Peygamber’deki bu peygamberlik melekesine, diğer bir ifadeyle nübüvvet ilmine, Kur’an’ın işaret ettiği kelimelerden biri, belki de en önemlisi hikmettir. Hz. Peygamber’in İlâhî iradenin beyanı niteliğindeki açıklamaları, İlâhî anlatım ve denetim altındaki nebevi akıldan doğmaktadır, denilebilir. Sünnetin bağlayıcılığı da işte bu İlâhî-nebevi niteliğinden ileri gelmektedir .

Son olarak İbn Teymiye’nin hikmetle ilgili dikkat çekici bir yorumunu nakletmek istiyoruz. İbn Teymiye, seleften pek çok kimse gibi, hikmetin sünnet anlamına geldiğini kabul ettiğini belirterek daha önce temas ettiğimiz farklı yorumları nakletmekte ve bunların hepsinin hak olduğunu söylemektedir. Çünkü bu yorumlar, emir ve yasakların bilinmesini, hak ve batılın ayırt edilmesini içermektedir. Ancak sünnet vasıtasıyla hak batıldan, hayır şerden ayırt edilebilir, kötü ve çirkin ameller bilinebilir . Buna kitap ve hikmet eğitimi de denilebilir. Bu, Peygamberimizin önemli görevlerinden biridir. Bunun kendisine emredilmiş olması, onun sadece bir tebliğci-nakilci olmayıp, toplumda ciddi işleri yerine getirmekle yükümlü olduğunu gösterir. Çünkü eğitim-öğretimin gerçekleşebilmesi için kişilerin bilgi ve becerileri özümseyip, pratiğe dönüştürmesi gerekir. Hikmet, zaten bir yönüyle amele ve tatbikata ilişkin bilgidir. Bu açıdan o, toplum ve insan hayatını düzenleyen hükümler içerir. Özelde Peygamberimiz, genelde bütün peygamberler, ümmetini/ümmetlerini hikmet eğitimine tabi tutmakla onların hayatlarını vahiy doğrultusunda sürdürmelerini sağlamış olurlar. Ayrıca bu eğitimi gerçekleştirmekle insanlara daha önce “bilmedikleri şeyleri” öğretmiş olurlar .

Sonuç
Değişik anlamları bulunan hikmet kavramı, görüldüğü gibi Kur’an ve hadislerde de çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Ancak Kur’an’da 20 defa geçen hikmet kelimesi 10 âyette kitab ile beraber kullanılmıştır. Hz. Peygamber’e kitabın yanında hikmetin de verildiğini beyan eden bu âyetlerden kastedilen manâyı, sonuç olarak şöyle özetleyebiliriz:

Hz. Peygamber’e Kur’an’ın yanında hikmet de verilmiştir. Hikmet ise, âlimlerin belirttikleri gibi, sünnettir. Sünnet ise, Kur’an’dan sonra İslam’ın ikinci kaynağı olup, Kur’an’ı açıklamanın yanında yeni hükümler de ihtiva etmektedir. Böylece müstakil bir teşri kaynağıdır. Hz. Peygamber, “Bana Kur’an’la beraber onun bir misli de verilmiştir. Dikkat edin, o, sünnettir” buyurarak bu ikili yapıya ve sünnetin konumuna işaret etmiştir.

Hz. Peygamberin fonksiyonu sadece Kitabın metnini insanlara ulaştırmaktan ibaret olmayıp, Kitabın yanında hikmeti veya bilmediklerini insanlara öğretmek, onları kötülüklerden, yanlış inanış ve kabullerden arındırmak da O’nun görevleri arasındadır.

Yine Hz. Peygamberin görevi sadece “nakil-tebliğ” değil, aynı zamanda tebliğ ettiğini “öğretmek”tir .

Âyetlerde açıkça, öğretmeden bahsedilmektedir. Peki öğretme nasıl olur? Sadece bildiğini nakletme öğretme olur mu? Elbette olmaz. Çünkü, öğretmenin pratiğe aktarmakla, yani uygulamayla ilgisi vardır. Evet, Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur’an’ı tebliğ ettiği gibi, pratikte uygulamasını da bizzat göstermiştir. Kendisi de bu yönüyle “yaşayan Kur’an” olmuştur.

Bu âyetler, sünnetin kaynağının vahiy olduğuna veya Hz. Peygamberin uygulamalarının vahyin denetiminde olduğuna da işaret etmektedir.

Bütün âlimlerin, kitapla beraber zikredilen hikmet hakkındaki yorumları sonuçta sünnete çıkmaktadır. Çünkü, Kur’an’ın doğru anlaşılması, dinde fıkhetme, sözde ve davranışta doğru ve tam isabet, ilim, İlâhî ahlâkla ahlâklanma bilgisi ve pratiği gibi tariflerde yer alan hususlar kâmil manâda ancak sünnet vasıtasıyla gerçekleştirilebilir. Yine Hz. Peygamber’in nübüvvetinin kâmil manâda tezahürü sünnetle olmuştur.

Şu halde söz konusu âyetlerde geçen “hikmet”, kitabın (Kur’an’ın) mücmelini tafsil, mübhemini tefsir, umumunu tahsis, mutlakını takyid ve yeni hükümler getirme çerçevesinde Hz. Peygamber’in sünnetidir.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı