7 Eylül 2012 Cuma

Hayrın Anahtarı Tefekkür

Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu
Ankara Üniv. İlahiyat Fak.


Arapçada “fkr” mastarından türemiştir. Herhangi bir mesele hakkında düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma manalarına gelmektedir. Tefekkürün zıddı, fikirsizlik ve düşüncesizlik demektir. Ragıb el-İsfehanî’ye göre, bilinenden ilme varma kuvvetine fikr, bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür denir. (El-İsfehânî, el-Müfredât, Mısır 1961, 384.)

Felsefi literatürde, tartmak, karşılaştırmak anlamlarını taşıyan Latincedeki “Pensare” kökünden türetilmiştir. Düşünceleri ölçerek ve kıyaslayarak incelemek anlamına gelir.

Filozofların geneline göre tefekkür, karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama yetisidir. Aristoteles’e göre düşünme, insanı hayvandan ayıran belirgin bir özniteliktir, aklın bağımsız ve kendine özgü eylemidir. (Aristoteles, Metafizik, çev.: Ahmet Arslan, İstanbul 1996, 981b 30.)

İslam düşüncesinde tefekkür, zihni bir süreç olarak insanın nasıl bildiğini temellendirmeye yönelik olmuştur. Yani bilgiye ve bilmeye yönelik bir zihni faaliyet olarak algılanmıştır. (Fârâbî, İhsâ’u’l-Ulûm, nşr.: Osman M. Emin, Kahire 1931, s. 12, 20.) Tasavvufta iki türlü tefekkürden söz edilir. Biri iman ve tasdikten doğan istidlal sahiplerinin tefekkürü, diğeri ise, Hakk’ı Hakk vasıtasıyla gören ashab-ı şuhuda mahsus tefekkürdür. (Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul 2004, s. 643.) Seyr u süluk ehlinin makam ve menzilleri arasında önemli bir yere sahip olan tefekkürü mutasavvıflar, kalbin amellerinden biri olarak aklın kalbe olan ilişkisi ile gözün can ile olan ilişkisi gibi olduğunu söylerler. Ebu İsmail Abdullah Muhammed Ensarî; “Bil ki tefekkür, istenileni idrak etmek için basirete dokunulmasıdır.” (Gulamhuseyin İbrahim Dînânî, Akıl Deftari Aşk Ayeti, (Menazilu’s-Sâirîn isimli eserden naklen), çev.: Talip Çetinkaya İstanbul 2008, s. 101.) demektedir. Dolayısıyla tefekkür en değerli ibadet ve Cenab-ı Hakk’a yaklaştırıcı bir vasıta olarak kabul edilmektedir.

Hz. Peygamber’e inen tefekkür ayeti

Hz. Muhammed (s.a.s.)’e en çok etki eden ayetlerden biri, tefekkürle ilgilidir. Kur’an-ı Kerim’deki tefekkür ayetleri incelendiğinde evrenin yaratılışı, kâinatta oluşturulan sistem ve sistemin işleyiş mükemmelliğine vurgu ile Cenab-ı Hakk’ın kudretine dikkat çekilerek eserden müessire gidiş formülü üzerinde durulmaktadır.

İki kişi Hz. Aişe (r.a.)’yi ziyaret etmişler. Onlardan biri, “Hz. Muhammed (s.a.s.)’de gördüğünüz etkileyici bir şeyi bize anlatır mısınız?” deyince, Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: “Rasulüllah (s.a.s.) bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakallarını ve secde esnasında yerleri ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hz. Bilal (r.a.): “Ya Rasulellah (s.a.s.)! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi ağlatan nedir?” deyince, o: “Bu gece Yüce Allah bir ayet indirdi. Beni bu ayet ağlatmaktadır.” dedi ve ayeti okudu: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri arkasına gelişinde aklı başında olan kimseler için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âl-i İmran, 190.) Bir sonraki ayet; “Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (tefekkür ederler) ve Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz (derler).” (Âl-i İmrân, 191.)

Ondan sonra Rasulüllah (s.a.s.): “Bu ayeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun.” dedi. (İbn Hibbân, Sahîh, II, s. 386; Gazâlî, İhyâu Ulûmu’d-Dîn, çev.: Mustafa Müftüoğlu, İstanbul 1988, I-IV, C. IV, s. 878.)

Bu ayette, tefekküre davet edilen akıl sahiplerinin durumunu açıklayan bir sonraki ayetin meali de şöyledir: “Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler (düşünürler). Rabbimiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!”

Onun için Yüce Allah Kur’an’da çeşitli hususları dile getirdikten sonra: “...Şüphesiz bunda tefekkür eden (düşünen) insanlar için ibretler vardır.” (Nahl, 11.) demektedir. İnsanları tefekküre davet eden bu ifade Kur’an’da beş yerde daha geçmektedir. (Ra’d, 3; Nahl, 69; Rûm, 21; Zümer, 42; Casiye, 13.)

Kur’an-ı Kerim ve hadislerde tefekkür

Tefekkürle aynı kökten meydana gelen kelimeler, Kur’an’da on sekiz yerde geçmektedir. Kur’an’da birçok ayette, akıl erdiren, düşünen, bilen insanlar için ibretler vardır denmekte ve tefekkür anlamını ifade eden pek çok kelime kullanılmaktadır. Olumlu tefekkür olduğu gibi, olumsuz tefekkür de vardır. Doğru olmayan tefekkürün neticesi de doğru olmaz. Ancak salim kalbe sahip olan insanların tefekkürü sağlıklı olabilir. İslam dininin istediği tefekkür, hiç şüphesiz sağlıklı olanıdır. İnsanları bu olumlu tefekküre davet eden bir ayetin meali şöyledir: “Yeryüzünü enine boyuna yayıp döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar meydana getiren ve yeryüzünde meyvelerin hepsinden iki çift yapan O’dur. Sürekli olarak gece ile gündüzü birbirine dolamaktadır. Düşünecek olan bir kavim için bunda muhakkak ki ibretler vardır.” (Ra’d, 3.)

Allah’ın azametini tefekkür eden insan; O’nun büyüklüğü karşısında gafletten kurtulur, imanı kuvvetlenir; acz, fakr ve kusurlarını anlar, Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala, kudret-i Rabbaniyenin mucizatını göstererek, insanların bunları düşünerek ibret almalarını beyan buyurur. Âlemin düzenliliğini, yaratılış gayesini, verilen nimet ve güzellikleri, dünyanın geçiciliğini, süt veren hayvanlardaki icazı, gece ve gündüzün dönüşümünü düşünen insan, Allah Teala’nın sonsuz ihsanlarıyla kullarını nasıl donattığı karşısında, O’nun büyüklüğünü idrak eder.

Hadis-i şeriflerde tefekkür kavramının fazileti yanında tefekkür ameliyesinin de bir sınırının olduğu ve bu sınırların nerelere kadar uzandığı belirtilmektedir. Bu sınır Cenab-ı Hakk’ın zatına kadardır. Zira Efendimiz (s.a.s.): “Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün. Allah’ın zatını düşünmeyin. Allah’ın zatı hakkında düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Suyûtî, el Cami’us-Sağîr, Mısır ts., C., I, s. 136; Aclûnî, Keşful Hafâ ve Mizanu’l-İlbas, Kahire, ts., C. I, s. 371; “Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” Aclûnî, a.g.e. C. I, s. 370.) buyurmuştur. Burada vurgulanmak istenen şey tefekkürle Hakk’ın zatının anlaşılamayacağı hususudur. Çünkü tefekkürde bir kuşatma ve hakimiyet sağlama vardır. İnsan ne kadar tefekkür ederse etsin, Cenab-ı Hakk’ı kuşatamayacağına göre bu konuda düşünülmemesi gerektiğine işaret edilmiştir. Ancak bu demek değildir ki insan, Cenab-ı Hakk’ın zatının muhatabı olamaz.

Tahkiki iman, tefekkür ve zikirle elde edilir. Onun için Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce ayetinde zikir ve tefekkür, emir ve tavsiye edilir. Tefekkürün merkezi dimağ, zikrin merkezi kalptir. Bu iki ana merkez, irtibatlı olarak şer’i mecralarında geliştirilmezse, insan-ı kâmil ve yakin sahibi olma imkânı yoktur. Fakat imani meselelerde, hakku’l-yakin mertebesine ulaşmak bu dünyada mümkün değildir. Bu, iman ehli bahtiyarlar için ebedi âlemde gerçekleşecek yüce bir nimettir.

İslam’ın bu kadar önem verdiği olumlu tefekkür, insanı taklitçilikten kurtarmaktadır. Mesela, “Dünya hayatı geçicidir; ahiret hayatı ise ebedidir. Ebedi olan şeyi geçici olan şeyden üstün tutmak daha iyidir.” şeklindeki bir nasihati dinleyip ahiret için çalışan insan, başkasını taklit ederek kendisini iyi yola sevk etmiş olur. Fakat tefekkürün yani derin bir düşüncenin neticesinde bu kanaate varan ve ona göre bilinçli hareket eden kişi, her zaman için daha kârlı çıkar. Bilerek kötü şeyden korunmuş ve iyiyi tercih etmiş olur. Aynı zamanda başkalarını taklit etmekten kurtulur; kendisi başkalarına yol gösterir. (Topbaş, Osman Nuri, Öyle Bir Rahmet ki, İstanbul 2007, s. 235 vd.)

Ayet-i kerimelerde tefekkürün usulü anlatılmaktadır. İnsan önce kâinat kitabına bakmalı, gecenin ve gündüzün peşi sıra gelişini, dağların ve evrenin yaratılışını, her şeyin kendisinin emrine verilişini tefekkür etmelidir. Peki, tefekkürden sonra ne olmalı? Sonuçta Cenab-ı Hakk’a karşı bir maiyyet kesbi söz konusu olmalıdır. Bir yakınlık olmalı, bir muhabbet başlamalıdır. Her şeyi bizim için yaratan ve bizim emrimize veren varlığa karşı insan nasıl bir hâl alır, bunun tarifi olmaz. İşte sıfatların tefekkürü sonucu insanda meydana gelen şey zata karşı oluşan muhabbetten başka bir şey değildir.

Akıl sahibi varlık olan insana hitap eden Kur’an-ı Kerim, tefekküre çok büyük önem vermiştir. Düşünmeyen, aklını ve kalbini kullanmayan gafiller, varlıklar içinde en aşağı derecede olanlarla bir kabul edilmektedir. (A’raf, 179.) Kur’an-ı Kerim’de tefekkür kavramı, tedebbür, tezekkür, akletme ve nazar etme gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bir hususta görüş ileri sürmek ve aklı kullanmak gibi bir manaya gelen tefekkür (Bolay, S. Hayri, Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Ank., 1997, s. 129; Hançerlioğlu Orhan, Felsefe SözlüWğü, İstanbul 1989, s. 73.) ve yakın anlamları olan diğer kavramlar ile ilgili ayetler Kur’an-ı Kerim’de bir hayli fazladır. Bir fikir vermesi açısından zikredecek olursak, tefekkür 18, nazar ve müştakları 128, tedebbür 4, ulü’l-elbab 16, akıl ve müştakları 49, ilim ve müştakları ise yüzlerce yerde geçmektedir. Yine bir fikir vermesi açısından fıkıh ve İslam hukuku ile ilgili açık ayetlerin 150 civarında olduğu Kur’an-ı Kerim’de, ilim ve düşünceyi teşvik eden ayetlerin 750’yi geçmesi gerçekten düşünen insanlar için önemli bir ipucu olarak karşımızda durmaktadır. (Çetin, a.g.m., s. 45.)

Kur’an-ı Kerim, tefekkürü iki önemli noktaya yöneltmektedir. Birincisi; bizzat Kur’an-ı Kerim üzerinde tefekkür, ikincisi; başka varlıklar üzerinde tefekkürdür. Kur’an-ı Kerim üzerinde tefekkür; Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle onu doğru olarak anlamak, ondan yararlanmak, gösterdiği yoldan gitmek demektir.

Başka varlıklar üzerinde tefekkür konusunda, Kur’an-ı Kerim; Allah’ın yoktan var ettiği hiçbir şeyi boşuna yaratmadığını, (Âl-i İmran, 191.) yaratılanların mutlaka bir sebep ve hikmete mebni olarak yaratıldığını, (Mu’minûn, 115.) canlı ve cansız birçok varlığın insanın hizmetine ve onun emrine verildiğini ifade etmektedir. (Bakara, 29, 266; Rum, 21, 24, 50; Tarık, 6; Ankebut, 43; bkz.: Çetin a.g.m. s, 45.)

Gazzalî’nin düşünce sisteminde hikmet ve tefekkür kavramları iç içedir ve bu iki kavram arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu nedenle bazen bu kavramların birbirinin yerine kullanıldığı farkedilir. Gazzalî’nin eserlerinde hikmet tefekkürü, tefekkür de hikmeti kapsamakta ve ayrılmaz bir bütün olarak karşımıza çıkmaktadır. Hikmetin ilk şartı düşünmedir. Bu da temiz bir kalp ve temiz bir akıl ile olur. Allah’ın verdiği aklı şehvani arzuların peşinde kullananlar, ne kendi iç dünyalarındaki ilhamları ne de dış dünyadaki olup biten ibretli sahneleri düşünüp anlayamazlar, kavrayamazlar. (Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, sad.; heyet, İst., 1992, C. II, s. 204- 205.) Hikmetsiz tefekkürün manası ve faydası yoktur. Tefekkür ise, zaten insan zihnini ister istemez varlığın hikmetini kavramaya götürür. Yani kısaca, tefekkür hikmete, hikmet de insanı düşünce, söz ve amelinde isabetli kararlar verip uygulamaya götürür.

Gazzalî, tefekkürün iki önemli hususiyeti üzerinde durmaktadır: Biri; Allah’ın zatı hakkında düşünmenin caiz olmadığı, diğeri; bir saat tefekkürün bir sene (nafile) ibadetten hayırlı olduğudur.

Gazzalî, tefekkürün meyvesinin ilimler, haller ve ameller olduğunu ifade eder ve ilmin tefekkürün özel meyvesi olduğunu belirtir. Gazzalî’ye göre ilmin kalple ilişkisi ise başka bir şeydir. Şöyle ki; ilim kalbe gelince kalp değişir, kalp değişince azalar ve azaların davranışları da değişir. Böylece davranışlar kalbe gelen hallere, hal de ilme, ilim de tefekküre tabi olup aralarında bir zincirin halkaları gibi bir ilişki vardır. O halde tefekkür bütün hayırların anahtarıdır. (Gazzâlî, a.g.e., C: IV, s. 881; Ayrıca bkz.: Kılıç, Cevdet, Gazzâlî’de Tefekkür ve Hikmet Kavramları, Tasavvuf Dergisi, 2001, Yıl: 2, sayı 5, 117-141.)



LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı