14 Ocak 2013 Pazartesi

Evliya Çelebi'nin Medine'si

Doç. Dr. Mustafa S. Küçükaşçı
Marmara Üniversitesi
Her şehrin bir tarihi vardır. Bu tarih bazen kitaplarda, bazen de o şehrin sonraki nesillere ulaşmış tarihî mirasının içinde yer alır. Yeryüzünde bazı şehirler vardır ki, tarihsel geçmişleri yazılı kültür, abidevi eserlerin yanında insanların gönlünde de daima yaşar. Yazılı kültürün kaydettiği, tarihî mirasın tescil ettiği bu malumat, kuşaktan kuşağa büyük bir aşk ve hayranlıkla anlatılarak ortak bir bilgi hâline gelir. Evliya Çelebi’nin Türk kültür tarihinin en büyük hazinesi olan eserinin üç ana nokta etrafında yoğunlaştığı görülür. Bunlar Osmanlı başkenti İstanbul, Haremeyn şehirleri ve buraya hizmetleri ulaştırmak için en uygun yer olan ve Hz. Ömer zamanından itibaren Mekke ve Medine’nin siyasi ve sosyal hayatında en belirleyici olan Mısır eksenindeki Kahire’dir. 

Şehirleri tarih, mekân ve halk olmak üzere üç katman ekseninde inceleyen Evliya Çelebi, bu şehirlerin başında gelen Medine söz konusu olunca anlatımına bir takım ilaveler yapar. Bu ilaveler Hz. Peygamber'in hicretinden itibaren, Müslümanların akıl, fikir ve gönül dünyalarında oluşan Medine algısının zamanına ve Türk kültürüne aksetmesi temellidir. Bu bakımdan Evliya Çelebi Medine'yi coğrafi yapısı, fiziki durumu, tarihi, gündelik hayat ile bunun oluşumuyla doğrudan ilgili olan her türlü sosyal faaliyeti sistematik bir şekilde ele alırken, Yesrib'in Hz. Peygamber'in eliyle nasıl Medine'ye dönüştüğünü gözler önüne sermeye çalışır. Bunu yaparken sosyal bilimlerle ilgili çeşitli kaynaklara başvurarak bir gezginin ötesinde donanıma sahip olduğunu da gösterir. Bu arada yeri geldikçe şehirdeki Osmanlı eserlerine değinerek kültürel anlamda İstanbul ile Medine arasında manevi bağ kurmaya çalışır. Evliya Çelebi'nin yaşadığı XVII. yüzyıl öncesi ve sonrasında Medine'yi çok sayıda gezgin ziyaret etmiştir. Ancak bunlardan hiç birisinden geriye Evliya Çelebi gibi bir seyyahın izlenimlerini aşan zenginlikte bir kültürel miras kalmamıştır. 

Evliya Çelebi Medine'ye yaklaşırken farklı bir mekâna gelindiğini hissettirir. Sıradan bir şehre değil, Hz. Peygamber'in hicret yurduna gelinmiştir ve burada bulunmanın bir takım usul ve erkânı vardır. Medine'ye gelen kişi öncelikli olarak Hz. Peygamber'in huzuruna geldiğinin farkında olmalıdır. Bu farkındalık, Hz. Peygamber'in örnek alınmasının sadece dinî faktörlere bağlı olmayıp, O'nun hatırasına duyulan derin saygı ve O'na karşı beslenen vefa duygusundan kaynaklanmasıyla ilgilidir. Bir taraftan Mescid-i Nebevî'de namaz kılmanın heyecanını yaşarken, diğer taraftan da Kuran-ı Kerim'in Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmekle ilgili tavsiyelerinden (el-Ahzâb 33/56) hareketle ziyaretinin daha feyizli olmasını sağlamaya çalışır. Hz. Peygamber’in şefaatini umarak büyük bir huşuyla dualarla Medine’ye doğru yönelir. Medine’ye kuzeyden Sel Dağı’nın doğu eteğinde bulunan yolcuların karşılanıp uğurlandığı Seniyyetülvedâ tepesinden girer; şehre giderken Delil adı verilen mihmandarının tanıtımını dikkatle dinlerse de salâtü selâm getirmeyi hiç ihmal etmez.  

...

Yazının tamamı için tıklayınız.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı