21 Ocak 2009 Çarşamba

Nefis Üzerine

Doç. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Cumhuriyet Üniv. İlahiyat Fak.


Kendini Bilmek, Allah’ı Bilmek

Ruh ve akıl anlamına da gelen nefis, mânâ zenginliği olan bir kavramdır. İnsanın bedeni, ceset, kan, azamet, görüş, kötü söz, bir şeyin cevheri, hamiyyet, işkence, ukûbet, arzu ve murad, nefsin karşılık geldiği diğer anlamlar dünyasıdır. Nefis, kötülüğü emreden şeklinde algılandığı gibi, Allah tarafından insana üflenen Rahmânî ruh olarak da kabul edilmektedir. (Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997, 545)


Nefis: Gönül ve düşünce gücü

Bir başka açıdan nefis, insan varlığının bedenî veya biyolojik ihtiyaçlarının tamamına verilen bir isimdir. İslâm tasavvufunda ise nefis; insanı dünyadaki geçici varlıklara, gösterişe, maddeye ve tutkulara meylettiren, bundan dolayı her daim iradenin kontrolünde olması gerekli olan bir iç eğilimdir. Yine sufîler için nefis, insanın Allah ile birleştiği yer, gönül ve düşünce gücüdür. (Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, II. baskı, Ankara 1997, 498)

Nefis öyle bir alandır ki, kişi onu kendi hâkimiyeti altında tuttuğu sürece iki âlemde de kurtuluşa erecektir. Onu kontrol altına almak da, ancak reddetmek ve başkaldırmakla başlar. Nefsin sınır tanımayan arzu ve ihtirasları yerine getirildiği zaman, insanî kimlik ve erdemler insanlardan uzaklaşır. Ancak ölçülü ve dengeli bir şekilde nefsin muhasebesi ve murakabesi yapıldığı sürece de, erdemler ve faziletler insanda tecessüm eder ve onun özü olur. (el-Muhâsibî, er-Riâye, Çev: Ş. Filiz, H. Küçük, İstanbul 1998, 406)


Nefisle savaşmak

Nefisle mücahede ve mücadele esnasındaki zaafiyetler karşısında iki yol bulunmaktadır: Birincisi, hata ve zarar girdabına sokacak hâllerden uzak olmaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, sorumlulukları ifa etmek ve Hâlık’a itaat etmek, bunun dışındadır.

İkincisi ise, yanlış ve günahta ısrarcı olmamaktır. Eğer yapılmaması gereken bir hâl işlenmişse çok beklemeden, -yani nefis mâsiyete bağışıklık kazanmadan- meşrû olmayan arzu ve zevkleri kalpte mekân bulmadan atmak gerekmektedir. (el-Muhâsibî, er-Riâye, 406)

Nefis insana, asabî ve gergin olduğu anlar, yumuşak ve ölçülü olacağını, bunun sonunda cenneti hak edeceğini; cehennem korkusuyla Rabbinin razı olmadığı şekilde kızmaktan seni koruyacağını vaad eder. Ne gariptir ki, aynı nefis ona ihtiyacın olduğu an, seni azabına sebebiyet verecek hâllerle karşı karşıya bırakır. Hatta salih olmayan fiilleri işlemen konusunda sana yardım eder, daha ötesi seni teşvik eder ve zorlar. Aynı zaman da nefis, insana umutsuzluk telkin ederek içinde bulunan durumdan kurtuluşu imkânsız gösterir. Şu hâlde bunu, insana yapandan daha büyük bir düşman ve fâcir var mıdır?! (el-Muhâsibî, er-Riâye, 425)


Nefis: Zarar veren düşmana aracılık yapar

Nefsini bilen Rabbini bilir sözü, İslâm sûfîlerinin çokça başvurdukları, içinde nice hikmetleri barındıran bir ifadedir. Hz. Peygamber’in sözü olduğu hususu ise tartışmalıdır. Bununla birlikte insanın kendisi üzerinde düşünüp tefekkür etmesini bildiren ayetlerin varlığı da bir gerçektir. Bu ilâhî hikmetle yoğrulmuş ayetler, âfâk denilen dışımızdaki dünyayı tefekkür ederek Hakk’a ulaşmanın şifrelerini ve işaretlerini bize bildirdiği gibi; enfüs denilen içimizdeki dünyayı da düşünerek Hakk’a varabilmenin imkân dâhilinde olduğunu bize hatırlatır. Nitekim Abdülbaki Gölpınarlı bu ifadeyi, şu şekilde açıklar: “Nefsini bilen, yani kendisini acz ile noksanlıkla, bilgisizlikle, yoklukla bilen, Rabbini bilir, yani Rabbini kudretiyle, yüceliği ve kemâliyle, bilgisiyle varlığıyla bilir.” (Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 546)

Nefis ki, tatmin olmayan istek ve ihtirasları uğruna insana zarar veren her düşmana aracılık yapar. Ona muhalefet ettikçe, Allah’a olan taât, samimiyet ve ihlâs katlanır. Sonunda Vedûd (çok çok seven), bütün sevgilerin üstünde sevgi merkezi hâline gelir.

İnsan nefsine dürüst davranmadıkça, Yaratan’a karşı dürüst ve samimi bir ruh hâlini elde edemez. Nefsini bilmedikçe ve bazen onu ölüme sunmadıkça, ölümü düşündürmedikçe onu tanıyamaz. Ölümü tanıyan ve ona sunulan nefis, Allah’a sunulmuş olur. O vakit onun hâllerini, sınırlarını ve kapasitesini muhakeme edebilme imkânı doğar. İyi olduğu zannedilen hususlarda onu tecrübe etmedikçe, ortaya koyduğu zulüm ve kötülüklerde karşısında bulunmadıkça, nefis tanınmaz, bilinmez. Eğer bu yapılırsa kontrol altına alınabilir, murakabe ettikçe de sunîliğini, hile ve oyunlarını tedavi ve rehabilite edebilir. (el-Muhâsibî, er-Riâye, 424-425)


Kendini bilmek: Rahmânî ve şeytanî olanı ayırmaktır

İnsanın kendisini bilmesinin gerektiğini belirtmenin birtakım sebepleri vardır. Zira insan, Rahmânî ile şeytanî olanı birbirinden ayırmayı bilmeyince kendini bilmez. Bir insan kendini bilmeyince, Hakk ve hakikate vâsıl olamaz. Nitekim Rahmânî ile şeytanî olanı birbirinden ayırmasını bilen kimse, kendisini bilmiş ve tanımış olur. Bununla birlikte kişi, ne zaman kendini bilirse aşk galip gelir ve o, kişiyi Hakk’tan yana davet eder. Talihi ne kadar ise, kişi o derece mertebe ve mesafe kateder.

Rahmânî ile şeytanî olanı birbirinden ay(rışt)ıramayan kimse, kendini de bilmez. Dolayısıyla el-Hâdi’nin (dosdoğru yola ulaştıran, hidayet eden) lütuf ve nimetlerine nâil olamaz, katında yer bulamaz. Böylece insan suretinde olduğu hâlde, insanî vasıflardan nasipsiz olur. Endişe ve veballer deryasında boğulur. (Esad Çoşan, Hacı Bektaş Veli Makâlât, Sad: H. Özbay, III. baskı, Ankara 1996, 30)


Nefsini zilletle tanıyan, Rabbini izzetle tanır

Nefsi hakkında câhil olan kimse, başkası hakkında da hiçbir şey bilemez. Zâhir’i (varlığı apaçık olan) tanımakla ve bilmekle yükümlü olan kulun, nefsini de tanıması lazımdır. Böylece, kendisinin fâni, Hakk’ın ise bâkî olduğunu bilir. Burada Kur’an’ın, “Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir?...” (Bakara, 130) ayetini hatırlamak gerekir. Demek ki, nefsi hakkında cahil olan, başkası hakkında çok daha fazla cahil olur.

Nefsinin fâni ve gelip geçici olduğunun farkında ve şuurunda olan, Rabbinin bâki olduğunu bilir. Nefsini zilletle tanıyan ve bilen, Rabbini izzetle tanır ve bilir. Nefsini ubudiyetle (kullukla) tanıyan, Rabbini rubûbiyetle (Rablikle) tanımış olur. Şu hâlde kendini bilmeyen kimse, var olan tüm varlıkları bilme ve tanıma imkân ve fırsatından yoksun olur (İlim kendini bilmektir). Nihaî maksat ve amaç, insaniyet ve halkın bu konudaki ihtilafları hakkında marifet sahibi olabilmektir.

Muhammed b. Ali Tirmizi, “Nefsin sende mevcut ve bâkî olmakla beraber, Hakk’ı tanımak istiyorsun. Hâlbuki senin nefsin daha kendisini dahi tanımış değildir, başkasını nasıl tanıyacak?”, demiştir. Nefis, var oluş itibariyle kendisinden perdeli ve kapalıdır. Nefis kendisinden kendisi ile perdelenmiş bir hâlde bulununca, Hakk’a nasıl vâsıl olacak ve onu temâşâ edecektir. “Ey kendisinin ne olduğunu bilmekten âciz olan insan, Yaratan’ını nasıl bileceksin. O hâlde nefsini bırak da O’nu öyle tanı.” (Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb Hakikat Bilgisi, Haz: Süleyman Uludağ, II. baskı İstanbul 1996, 310, 312)

Nefsini iyi tanı ki, herhangi bir hayrı istediğin zaman, o seni bunun zıddı eylemde bulunmaya yönlendirmesin. Aksi takdirde bir kötülükle karşılaştığın zaman, nefis, o çirkin fiili işlemeyi sana güzel gösterir. “Yapmadığın bir hayrı, yapmamana sebep de odur; yaptığın kötülüğü yapmana sebep de o...”


İnsana düşen sorumluluk: Nefsini tanımaktır

Düşünen bir varlık olarak insana düşen, nefsini tanımaktır. Çünkü o, ne dünya nimet ve rahatlığından bıkar ne de ahiret gafletinden... Ahiret gafletinden uyandırılmaya çalışılan nefis, sürekli dünyayı hatırlatır; sınırsız ve sonu gelmeyen şehvet ve isteklerle insanı kendisine kul ve köle yapar. İbadet ve kulluk vazifelerinin ifası, azgın ve dizginlenmemiş nefsin engellerine maruz kalır. Dünyanın zevk ve süsleri, nefsin kullandığı en önemli vasıtalardır. Nefis arzulattıklarıyla, insan akıl ve zihnini yönetir ve alt eder. Akıl uyur, ancak terbiye ve tezkiye edilmemiş nefis uyanık ve canlıdır. Aklını uyardığında, o devreye girer, bunu yapmaman için her türlü aracı kullanır. Nefsi öldürmek sana helal olmadığı gibi, ondan ayrılman da mümkün değildir. (el-Muhâsibî, er-Riâye, 428-429)


Nefse karşı zırh kuşanmak

Gafil ve azgın nefis, her hâliyle ve her zaman için düşman konumundadır. Kişi onu iyi tanımalı ve maruz kalacağı tehlike ve hilelere karşı zırhını kuşanmalıdır. Ondan sakınmak ve korunmak, ancak tanımakla gerçekleşir. Bu ise Rabb’e dayanmak, güvenmek ve inanmakla mümkündür. Nefse karşı nefret ve öfke içinde bulunmak gerekirken, diğer taraftan/aynı anda Rabb’e karşı havf (korku) ve reca (umut) içinde bulunulmalıdır. Bunun için Rabbinin nimet, ihsan, lütuf ve emanetlerinin farkında olmak, bunları itiraf ve ikrar içinde bulunmak, her dâim şükür hâlinde olmak gerekir.

Nefsin, Allah’a uzak olduğunu unutmamak gerekir. Rabb, istenmeyen ve meşru olmayan eylemler konusunda uyarır ve emrettikleri hususunda da müjdeler iken, nefis seni kötülükler ve rezâletler girdabında yok etmeyi arzular. Allah ikaz ettikçe, erdemli kul, kötülüklerle arasına kalın duvarlar örer. Yaptığı zaman pişman olur, tövbe eder. Nefis ise, erdem ve fazilet yolunun düşmanıdır.

“Nefsini (bu yönleriyle) tanırsan, Allah’a olan sevgin ve muhabbetin, nefsine olan nefret ve kinin; Allah’a tevekkül ve güvenin, nefsinden ümitsizliğin; Allah’a inancın; nefsine karşı teyakkuz ve korkun artar da yaptığın şeylerle ucba (kibre) kapılmazsın, bunların nefsinden olmadığını kabul edersin.” Nefsin sevdiği fiiller, yapılan iyilikler değil, terk edilen kötülüklerdir. Nefsin arzularına karşı uyarıcı ve yardım edici olan, nefsin kendisi değildir. Uyaran ve yardım eden yalnız Allah’tır. O hâlde Allah’ı da nefsi de iyi tanımak ve bilmek gerekir.

Nefis tanınırsa, ona karşı kişi dürüst davranır, dürüst davranıp onu kandırmadığı zaman, arzularına yönelmez. Böylece Allah’a da dürüst davranmış olur, O’ndan korktuğunu göstermiş, O’na meyletmiş, O’na güvenmiş olur. (el-Muhâsibî, er-Riâye, 429-430)


Nefsin konumunu gözden geçirmek

Ümit var olmaktan ayrılmadan ve umutsuzluğa saplanmadan, nefsin durumunu gözden geçirmek gerekir. İyiliklerin az veya çok olmasını, nefsin hâl ve makamı belirler. Allah’ı hatırlatmayacak diye, nefse karşı sürekli korku ve teyakkuz içinde bulunmak erdemin şartıdır. Yaratan’ın her türlü hayır ve iyiliğe, kesintisiz bir şekilde çok çok karşılık vereceğini unutmamak da faziletin gereğidir.

Hakk’ın hoşlanmadığı fiilleri yapan kimse, O’nun merhamet ve bağışlamasına muhtaçtır. Kim bunu umar ve bunu beklerse Rahîm, onu affedecektir. (el-Muhâsibî, er-Riâye, 430)


Nefisten sakınmak ve onu araştırmak

Şu hâlde nefisten sakınmak ve onu devamlı araştırmak elzemdir. Onunla, zalim, hain ve aldatan, delilinde beliğ ve güzel konuşmasıyla batıl sözü süsleyen düşmanın, seninle yaptığı savaş ve mücadeleye benzer bir savaş ve mücadele sürdür.

Nefisle mücadele ve mücahedede, âdil delillerini ona yönelten insan, deliller nefsin aleyhine oluncaya kadar araştırmalı ve onu suçüstü yakalayıp, Hakk’a tâbi kılmalı, boyun eğdirmelidir. Aksi takdirde insan, nefsin hüküm verici makam ve mevkiine itaat etme gaflet ve aşağılığına maruz kalır.

Nefse karşı, Kitap ve sünnete uygun bir yöntemle savaşmak gereklidir. Ona deliller getirerek ayıplarını, yalan ve çirkinliklerini hatırlatmak bir mesuliyettir. İnsan, nefsini Hakk’ı kabule ve itirafa mecbur bırakırsa, onun mazeret, aldatma ve sahte delillerinin sonu gelir. İtaat etmeyen nefse, Celâl’in (Allah’ın kahrı) azabını hatırlatmak bir zorunluluktur. Bunu akıl gözüyle ve baş gözüyle görmüş gibi kesin bir şekilde görür ve korkusu ayaklanırsa, boyun eğme, pişmanlık ve (bunları bir daha yapmamaya) azmetme hususunda artık kendine malik olamaz. Ulaştığından fazlasını kaybettiğini görünce, Hakk’a boyun eğmekten başka çaresi kalmaz.

İnsan, sürekli nefsini tanıyıp ondan sakınmayı sürdürmelidir ki, vazgeçtiği kötülüklere onu döndürüp ahdini bozan konuma düşürmesin. Bunun için nefse karşı Nâsır’ın (çokça yardım eden) yardımını talep etmek salih kul olmanın gereğidir. Aynı zamanda salih kul, Vekil’e (koruyan, himaye eden, kefil olan) tevekkül etmeli, kendisini nefsiyle baş başa bırakmaması için O’na güvenmeli ve O’na dayanmalıdır.

Nihayetinde erdemli kişi, nefsinden ümit ve beklentilerini sona erdiren insandır. (el-Muhâsibî, er-Riâye, 430-431)


Not: Bu yazı, Diyanet Avrupa Aylık Dergi 2008 Mayıs sayısında yayınlanmıştır.


Kaynak: Diyanet Sitesi

16 Ocak 2009 Cuma

Allah’ın (cc) En Güzel İsimleri (Esma-ul Husna)

1-ALLAH Her şeyin gerçek mabudu
2-RAHMAN Dünyada bütün mahlukatı rızıklandıran
3-RAHİM Ahirette yalnız dostlarına rahmet edecek
4-MELİK Bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı
5-KUDDÜS C.C. Bütün mahlukatı maddi ve manevi kirlerden arındıran
6-SELAM Her türlü tehlikeden kullarını selamette kılan
7-MÜMİN Kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına güven veren
8-MÜHEYMİN Bütün varlıkları ilim ve kontrolu altında tutan
9-AZİZ Sonsuz izzet sahibi olan
10-CEBBAR C.C. İstediğini zorla yaptıran
11-MÜTEKEBBİR Sonsuz büyüklük ve azamet sahibi

12-HALİK Her şeyi yoktan yaratan
13-BARİ Eşyayı ve herşeyin aza, cihazatını birbirine uygun yaratan
14-MUSAVVİR Her varlığa münasip şekil giydiren
15-GAFFAR C.C. Çok affeden
16-KAHHAR Her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden
17-VEHHAP Bol bol hediyeler veren
18-REZZAK Bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran
19-FETTAH Her şeyi hikmetle açan
20-ALİM C.C. Her şeyi hakkıyla bilen
21-KABİD İstediğinin maddi ve manevi rızkını daraltan
22-BASİT İstediğinin maddi ve manevi rızkını genişleten

23-RAFİD İstediği kulunu şeref sahibi iken rezil rüsvay eden
24-RAFİ Dilediklerinin mertebesini yükselten
25-MUİZZ C.C. İstediğine izzet veren ve şereflendiren
26-MÜZİLL İstediğini zelil kılan
27-SEMİ Gizli açık her sesi işiten
28-BASİR Her şeyi bütün incelikleriyle gören
29-HAKEM Hükmeden hakkı yerine getiren
30-ADL C.C. Tam adaletli, Allah adildir zalimleri sevmez
31-LATİF Lutfu keremi bol olan
32-HABİR Her şeyden haberdar olan

33-HALİM Yaratıklarına son derece yumuşak muamele eden
34-AZİM Kendisine büyük ümitler beslenen
35-GAFUR C.C. Kullarının günahlarını bağışlayan
36-ŞEKUR Rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan
37-ALİYY Her şeyiyle yüce olan
38-KEBİR Varlığının kemaline hudut yoktur
39-HAFIZ Her şeyi muhafaza eden
40-MUKİT C.C. Her türlü mahlukata münasip rızık veren
41-HASİB Kullarının bütün fiillerinin hesabını gören
42-CELİL Yücelik ve ululuk sahibi
43-KERİM İyilik ve ikramı bol olan

44-RAKİB Bütün varlıklar üzerinde gözcü
45-MUCİB C.C. Kullarının dualarına cevap veren
46-VASİ İlim ve insanı her şeyi içine alan
47-HAKİM Her şeyi yerli yerinde yapan
48-VEDÜD İtaatkar kullarını çok seven
49-MECİD Azamet şeref ve hakimiyeti sonsuz
50-BAİS C.C. Peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten
51-ŞEHİD Kullarının her yaptığını gören
52-HAKK Varlığı hiç değişmeden duran, daima sabit
53-VEKİL Kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan
54-KAVİY Güç ve kuvveti sonsuz olan
55-METİN C.C. Hiçbirşey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen

56-VELİY Müminlerin dostu olan
57-HAMİD En çok övülen ve en çok övgüye layık olan
58-MUHSİ Her şeyin sayısını bir bir bilen
59-MÜBDİ Mahlukatı örneksiz ve yoktan yaratan
60-MÜİD C.C. Mahlukatı öldükten sonra yeniden dirilten
61-MUHYİ Canlılara hayat veren
62-MÜMİT Canlı bir mahlukun ölümünü yaratan
63-HAYY Gerçek hayat sahibi olan
64-KAYYUM Gökleri yeri ve bütün mahlukatı ayakta tutan
65-VACİD C.C. İstediğini bulan

66-MACİD Sonsuz şan ve yücelik sahibi
67-VAHİD İsimlerinde sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olmayan
68-SAMED Her şey kendisine muhtaç, O kimseye muhtaç değil
69-KADİR Sonsuz kudret sahibi olan
70-MUKTEDİR C.C. Her şeye gücü yeten
71-MUKADDİM Dilediğini öne geçiren
72-MUAHHİR İstediğini arkaya bırakan
73-EVVEL Herşeyden önce olan
74-AHİR Herşeyden sonra olan
75-ZAHİR C.C. Varlığı apaçık görünen
76-BATIN Herşeyin iç yüzünden haberdar olan

77-VALİ Mahlukatın işlerini yoluna koyan
78-MÜTEALİ Ali, büyük
79-BERR Herkesten fazla iyilik yapan
80-TEVVAB C.C. Bütün tevbeleri kabul eden
81-MÜNTEKİN Suçluları müstehak oldukları cezaya çarptıran
82-AFÜVY Kullarını çok çok affeden
83-RAUF Kullarına çok şefkat edip esirgeyen
84-MALİKÜLMÜLK Hakiki mülk sahibi O dur. Dilediğine verir, dilediğinden alır
85-ZÜLCELALVELİKRAM Büyüklük, fazl ve kerem sahibi
86-MUKSİT Bütün işleri denk, birbirine uygun
87-CAMİ İstediğini istediği şekilde toplayan

88-GANİY Gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan
89-MUĞNİ Mahlukatının ihtiyacını giderip zengin kılan
90-MANİ C.C. İstediği şeyin meydana gelmesine engel olan
91-DARR Hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri yaratan
92-NAFİ Faydalı şeyleri yaratan
93-NUR Alemleri, istediği simaları ve gönülleri
94-HADİ Kullarına hidayet veren
95-BEDİ C.C. Eser ve insanıyla varlığı apaçık görünen
96-BAKİ Varlığının sonu olmayan
97-VARİS Bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi
98-REŞİD Bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran
99-SABUR C.C. Asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden

C.C.(Celle Celalühü)


Kaynak: Ilim Bahcesi Sitesi

7 Ocak 2009 Çarşamba

Aşure Günü Üzerine

hikmet.net
05.01.2009

Aşûre günü, kamerî ayların birincisi olan Muharrem ayının 10. günüdür. Bugünle alakalı üzerinde durulan iki önemli husus vardır: 1. Hazreti Musa ve Yahudilerin Firavun'un zulmünden bugün kurtulması. 2. Hazreti Nuh aleyhisselam'ın gemisinin Cudi dağının başına oturması ve o günden bu yana bütün sami dinlerinde oruç tutulması.

Hatta müşriklerin de Hazreti İbrahim'den bu yana bu orucu tuttuğu, dolayısıyla peygamberimizin de bu oruca iştirak ettiği, bir ara bıraksa da Medine'ye geldiğinde tekrar tutmaya başladığı rivayet edilir. Arapların bugün yaptığı işlerden biri de Kabe'nin örtüsünün değiştirilmesidir.[1]

Aşûre gününün orucu hakkında İbni Abbas (r.a.) bize şu malumatı aktarır: "Rasulullah aleyhissalatu vesselâm Medine'ye hicret ettiğinde Yahudilerin Aşure gününde oruç tuttuklarını gördü ve: "Bu oruç nedir?" diye sordu. Kendisine şöyle cevap verildi: "Bu gün iyi bir gündür. Allah Teâlâ bu günde Musa (a.s.) ile İsrailoğullarını düşmandan kurtarmıştır. Bu sebeple Musa (a.s.) bu günde oruç tutmuştur." Peygamber Efendimiz de aleyhissalatu vesselâm: "Ben Musa'ya sizden daha yakınım" buyurdu ve bu günde oruç tutulmasını emretti." [2]

Bu durum Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar devam etti. Daha sonra ise Rasulü Ekrem aleyhissalatu vesselâm Aşure orucu mevzuunda insanları muhayyer (serbest) bıraktı. Şu hadis-i şerif bu muhayyerliği ifade eder: "Bu gün Aşure günüdür. Bu günde oruç tutmak sizlere farz olmamıştır. Dileyen oruç tutsun, dileyen tutmasın." [3]

Evet, aşure günü oruç tutmak ve o gün Hazreti Musa aleyhisselam ve ümmeti, firavunun zulmünden kurtulduğu için oruç tutarak Allah'a şükretmek, Peygamberimiz tarafından tavsiye edilen nafile ibadetlerdendir. Şu kadar var ki, sadece aşure gününü oruçlu geçirmek mekruh görülmüş, önceki veya sonraki günle beraber tutulması tavsiye edilmiştir. Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Aşure orucunu tutun; ancak bir gün önce ve bir gün de sonra tutarak Yahudilere muhalefet edin."[4] Burada, her ne kadar Yahudilerin tutmuş olduğu bir oruç devam ettirilse de, bize ait bir renkle bir üslupla devam ettirilmesi gayreti görülmektedir Efendimizde. İbni Abidin, bizden önceki ümmetlere ait hükümlerden bizim için de geçerli olanlara örnek verirken kısasla beraber, aşure orucunu da zikreder. [5] Bu oruç kitaplarımızda bazen sünnet, bazen müstehap bazen de nafile olarak zikredilir. Her üçü de doğru olmakla beraber aşure orucu, sünnetin nafile kısmındandır. Sahabe efendilerimiz, aşure orucuna çok ehemmiyet verirler, çocuklarına da tuttururlardı. Hatta çocukları acıktığında onları oyuncaklarla oyalamaya çalışırlardı.[6]

Bugün Yapılabilecek Diğer Ameller

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, İbn-i Mesud'dan rivayet edilen bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kim ailesine Aşure günü geniş (cömert) davranırsa Allah da ona senenin geri kalan günlerinde lütuf ve ihsanlarını yağdırır." [7] Sahabe'den Cabir (r.a.) diyor ki: "Ben bunu kırk yıl denedim, hiç aksamadı." Tabiînin büyüklerinden Süfyan Sevrî de der ki: "Biz bunu denedik ve öyle olduğunu gördük." Bu konuda pek çok hadis rivayeti mevcuttur. Bazıları zayıf olsa da sahih olanları da vardır ve İbn-i Abidin, çok yoldan rivayet edilmesinden dolayı, bunların hepsinin "hasen hadis" derecesine çıktığını söyler.[8]

Ayrıca Peygamber Efendimiz aleyhi ekmelüt tehayâ, aşure günü göze sürme çekmeyi tavsiye buyurmuş ve faydasını da şu şekilde beyan etmiştir: "Kim aşure günü sürme sürünürse, ebediyyen göz ağrısı çekmez."[9] Bazı fıkıh kitaplarımız, bu mevzunun Peygamberimiz tarafından teşvik olarak beyan edildiğini belirtmişlerdir.[10]

Bugünde pişirilen aşure tatlısı tahminimizce, Peygamberimizin bugün "aileye karşı cömertçe davranmamızı" teşvik etmesini yorumlayan geçmiş büyüklerimizin, atalarımızın bir uygulamasıdır ve güzeldir de. Aşure tatlısı, Osmanlılar döneminde sarayda da pişirilirdi. Helvacıların nezaretindeki aşçılar ve kiler ağaları tarafından hazırlanan aşure, muharremin onundan itibaren "aşure testisi" adı verilen özel kaplarla saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtılırdı. Anadolu'da zengin aileler ve esnaf teşkilatları tarafından pişirilen aşure, sebilciler, duagûlar ve halkın iştirak ettiği merasimlerle dağıtılır, bazı bölgelerde aşure dağıtımından sonra kurban kesilirdi.

Evet, bizde de bu vesileyle, aile içinde bir bayram havası tüter, çocuklar kendilerine değer verilmesinin hazzını duyar, güzel duygularla dolu bir gün geçirilir. Belki de gelecekte yaşanacak güzellikler için bugün bir başlangıç olur. Bugün akraba ve komşulara ikramda bulunulur, böylece hal hatır sormak için güzel bir vesile elde edilmiş olunur. Bu zamana kadar yaşanan tecrübelerden hareketle söyleyecek olursak, aşure tatlısı akrabaların kaynaşmasına, uzak yakın komşuların birbirlerini hatırlamasına, güzel tanışmalara ve yumuşamalara vesile olmuştur. Hatta, yurt dışında yaşayan gönül erleri, aşure aşı vesilesiyle pek çok gönle girmesini bilmişlerdir.

Bugünün Duası

Bir kere daha aşure gününün, milletçe ve insanlık olarak güzel günlerin yaşanmasına vesile olması dileğiyle, makalemizi Kulubu'd Daria'da geçen aşure duasıyla bitirelim. Gümüşhanevi hazretleri'nin derlemiş olduğu Mecmuatü'l Ahzab'ta, İbni Arabi cildinin 600. sayfasında, bu eserin muhtasarı olan Kulubu'd- Daria'nın da 737. sayfasında geçen duanın meali şöyledir:

Bismillahirrahmanirrahim. Allahım, Sen, Ebedî'sin, Kadîm'sin, Evvel'sin. Sonsuz keremin ve fazlın hürmetine, önümüzdeki yeni yıl içinde bizi, şeytandan, onun avenelerinden ve dostlarından korumanı isterim. Sürekli kötülüğü emreden, fenalık isteyen nefsime karşı yine Sen'den yardım dilerim. Beni Sana yaklaştıracak amellerle benim her türlü derdime deva bahşetmeni ümid ederim. Ey Celal ve İkram Sahibi, Ey Merhametlilerin en Merhametlisi, rahmetini beklerim!

[1] - Buhari, Savm, 69; Müsned, 6/244

[2] - Buhari, Savm, 69; Müslim, Sıyam, 127; Ebu Davud, Savm, 63

[3] - Buharî, Savm, 69; Müslim, Sıyam, 116; Muvatta, Sıyam, 34

[4] - Müsned, 1/241

[5] - İbni Abidin, Terc. 1/114

[6] - Buhari, Savm 47

[7] - Cami'üs-Sağîr, 6/ 235

[8] - İbni Abidin, Terc. 15/557

[9] -Beyhaki Şuabü'l İman'da, (3797) İbni Abbas'tan zayıf isnadla merfu hadis olarak rivayet etmiştir.

Ayrıca bkz: Nasbu'r Raye, 2/455-456)

[10] - Hidaye, Kitabu's Savm, 1/151

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı