Bayram kelimesi Arapça'da, sözlüklerde "âdet halini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü" anlamlarıyla karşılanan "îd" kelimesidir.
Kâşgarlı Mahmud'un tespitine göre kelimenin aslı Farsça bezrem/bezrâm olup "sevinç ve eğlence günü" demektir ve beyrem/bayram telaffuzu Oğuz Türklerine aittir.
Bayramlarda dikkati çeken başlıca özellik yeme içmeye fazla yer verilmesidir. Bunun sebebini sadece eğlenmeye zemin hazırlamakta aramamak gerekir. Çünkü eğlenmekle ilgisi olmayan dinî bayramlarda da yeme içmenin bayramın gereklerinden olduğu görülmektedir. Nitekim Müslümanlar için yılın her gününde oruç tutmak caiz olduğu halde bir aylık farz orucu takip eden Ramazan bayramının birinci günü ile bilhassa kurban bayramında dört gün oruç tutmak yasaklanmıştır. Yine birer dinî bayram sayılabilecek aşure günü ve kandil gecelerinde de özel yiyecekler (aşure çorbası, helva, kandil simidi) yapılmakta ve komşulara dağıtılmaktadır.
İslam'dan Önceki Arap Bayramları
Câhiliye devri Araplarının bayramları hakkında yeterli derecede bilgi mevcut değildir. Ancak aralarında millî birlik bulunmayan ve kabileler halinde yaşayan bu devir Araplarının hep beraber kutladıkları bir bayramlarının olmadığı, her kabile ve şehrin kendi geleneklerine göre törenler tertip ettiği bilinmektedir. Her kabilenin en az bir putu ve her putun da takdis edildiği muhtelif kutlama günleri vardı. Bu günlerde ayrıca pazar ve panayırlar kuruluyor, dinî bayramlar şiir, müzik, içki ve kadınların yer aldığı eğlencelerle birlikte kutlanıyordu. Çeşitli kabileler tarafından ortaklaşa kutlandığı söylenebilecek tek bayram, Hicaz bölgesinin ve özellikle Mekke'nin en büyük bayramı olan "hac"dır. Zilkade ayında biri Ukâz'da, diğeri Me-cenne'de olmak üzere iki panayır kurulur, bunlardan sonra Zülmecâz panayırı gelir ve oradan Arafat'a çıkılırdı. Bu günlerde her türlü saldırı, zulüm ve haksızlıktan uzak durulur, en güzel kıyafetler giyilir ve Mekkeliler tarafından uzaktan gelen "Kabe'nin misafirleri"ne ev sahipliği yapılırdı. Mekke yakınlarında yılda bir defa kutlanan bir bayram da Zâtü Envât bayramı idi. Zâtü Envât büyük, yeşil bir ağaçtı; Araplar her yıl gelirler, kılıçlarını ağacın dallarına asarlar, çevresinde tapınırlar ve kurban keserlerdi. Yine kaynakların yazdığına göre Kabe'yi tavaf edecekleri zaman da bürdelerini bu ağaca asarlar, Harem bölgesine öylece girmek suretiyle Kabe'ye olan saygılarını gösterirlerdi. Bunlardan başka yılda bir defa Zemzem Kuyusu'nun etrafında tören yapılır, böylece suyun bütün yıl eksilmeyeceğine inanılırdı.
Medinelilerin kendilerine has bir millî bayramları yoktu, İranlılardan aynen aldıkları iki ünlü Mecûsî bayramını kutluyorlardı. Bu bayramların birincisi ilkbaharın başladığını belli eden Nevrûz, diğeri ise sonbaharın başlangıcı olan Mihricân bayramıydı. Medinelilerin bunlardan başka şehirdeki Yahudilerden ve Hıristiyanlardan aldıkları anlaşılan yevmü's-seb' (yedinci gün) ve yevmü's-sebâsib (aslı şe'ânîn) gibi bazı bayramları daha olduğu bilinmekte, ancak bunları da ne şekilde kutladıkları ayrıntılarıyla tesbit edilememektedir.
İslam'da Bayramlar
İslâm dininde Ramazan ve Kurban olmak üzere iki bayram vardır. Arapçada "îdü'l-fıtr" ve "îdü'1-adhâ" şeklinde adlandırılan her iki bayram da hicretin II. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan bayramında mü'minler bir önceki ayı ibadetle geçirmenin ve Allah'ın rahmetine nail olma ümidinin sevincini taşırlar. Kurban bayramı ise Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etmek istemesi ve İsmail'in de buna razı olması, nihayet Allah'a karşı gösterilen büyük sadakatin karşılığı olarak hayvan kurban edilmesinin hatırasını taşımakta ve mü'minler bu günlerde kurban kesmek suretiyle bu iki peygamberin Allah'a karşı verdikleri başarılı imtihanın sevincini yaşamaktadırlar. Ayrıca bu iki bayramın, İslâm toplumunun eski dönemlerin izlerinden arınması ve müstakil bir kimliğe bürünmesinde de rol oynadığını söylemek gerekir. Nitekim Medine'ye hicret ettikten sonra, bura sâkinlerinin İran'dan alınma Nevruz ve Mihricân bayramlarını kutladıklarını gören Hz. Peygamber, "Allah sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, Kurban ve Ramazan bayramlarıyla değiştirmiştir" (Müsned, III, 103, 235, 250; Ebû Dâvûd, "Şalât", 245; Nesâî, "Şalâtü'l-îdeyn", 1) mealindeki hadisiyle İran menşeli bu iki bayramın kutlanmasını yasaklamıştır. "Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır." (Buhârî, "îdeyn", 3; Müslim, "Edâhî", 7) mealindeki hadise dayanarak Ramazan ve Kurban bayramlarının bayram namazının kılınmasıyla başladığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte Kurban bayramına ait arefe gününün ayrı bir fazileti vardır; çünkü haccın en önemli rüknünü oluşturan vakfe bu günde yapılmaktadır. Bir hadiste de bayram gecelerini ihya etmenin ayrı bir fazileti olduğu ifade edilmiştir (İbn Mâce, "Sıyâm", 68). Kurban bayramında namazdan sonra ayrıca şartlarına sahip olan kimseler tarafından kurban kesilir. Müslümanlar bu günlerde birbirlerini ziyaret eder, bayramlaşır, yer, içer ve meşru bir şekilde eğlenerek günlerini neşe ile geçirmeye çalışırlar. Hz. Peygamber, "Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir." {Ebû Dâvûd, "Şavm", 50; Tir-mizî, "Savm", 59; Nesâî, "Menâsik", 195) buyurmuştur. Bu sebeple Ramazan Bayramının ilk günü, Kurban Bayramında da dört gün oruç tutmak Hanefîlere göre tahrîmen mekruh, Şafiî ve Hanbelîlere göre haram kabul edilmiştir. Bu konuda Şafiî ve Hanbelîlerin görüşünü paylaşan Mâlikîler ise Kurban Bayramının dördüncü gününde oruç tutmayı haram değil mekruh saymışlardır.
Tebrik şekli olarak ashabın birbiriyle karşılaştıklarında, "Allah bizden de sizden de kabul etsin" dedikleri rivayet edilir.
Bayram Hazırlıkları
Bayramlara önceden hazırlanılması, bu günlerde temiz ve güzel elbiselerin giyilmesi, gusledilmesi, dişlerin fırçalanması, güzel kokular sürülmesi, güler yüzlü olunması, namazdan önce Ramazan Bayramında hurma vb. tatlı bir şey yenilmesi, Kurban Bayramında ise ilk olarak kurban etinden yenilmesi, namaza mümkünse yürüyerek gidilmesi ve dönüşte başka bir yolun kullanılması, çokça sadaka dağıtılması, fitrenin namazdan önce verilmesi, namaza giderken tekbir getirilmesi menduptur. Kurban bayramında farz namazlardan sonra teşrîk tekbiri getirilmesi Hanefîlere göre vacip, Hanbelî ve Şâfiîlere göre sünnet, Mâlikilere göre ise menduptur.
Bayram günlerinde İslâmî ölçüler içinde eğlenilmesi ve bazı oyunların oynanması caizdir. Bir bayram günü Âişe (r.a.) ile birlikte bulunan Hz. Peygamberin yanında Buâs Harbi'ne ait ezgiler söyleyen iki kız çocuğuna müdahale etmek isteyen Hz. Ebû Bekir'e Rasûlullah'ın, "Her milletin bayramı vardır, bu da bizim bayramımız" dediği (Buharı, "îdeyn", 3; Müslim, "Salâtü'l-'îdeyn", 16), yine bayram günleri mescidde mızrak kalkan oyunu oynayanları seyretmek isteyen Hz. Âişe'ye yardımcı olarak onunla beraber seyrettiği (Buhârî, "îdeyn", 2; Müslim, "Sa-lâtü'l-'îdeyn", 17) bilinmektedir.
Bu iki bayramın dışında cuma gününün de Müslümanlar için haftalık bir bayram olduğunu belirtmek gerekir. Bir hadiste cuma günü için "Şüphesiz bu, Allah'ın Müslümanlara tahsis ettiği bir bayram günüdür. Cumaya gelecek kimse yıkanmalı, varsa güzel koku sürünmelidir; ayrıca misvak kullanmanızı da tavsiye ederim." (İbn Mâce, "kâmetü's-salât", 83) denilmiştir.
Bayram Kutlamaları
Dinî ve sosyal olmak üzere iki yönü bulunan Ramazan ve Kurban bayramı kutlamaları Asr-i saâdet'te musalla adı verilen geniş bir alanda, kadınların ve genç kızların da (bk. Tirmizî, "Cuma V, 36) katıldıkları bayram namazı ile başlardı. Hz. Peygamberin, bayramların kalabalıkla ve büyük bir coşku içinde kutlanmasını arzu ettiği (bk. Müsned, V, 84, 85; VI, 33, 55, 72, 91, 113, 134, 143, 204, 209, 235, 409; Dârimî, "Salât", 223; Buhârî, "Hayız", 7, 23, "İdeyn", 12, 15, 20, 21, "Salât", 2, "Hac", 81; Müslim, "Salâtü'l-îdeyn", 11, 12, 22), hatta bu arada silahlarla yapılan folklorik gösterilere dahi izin verdiği ve Mescid-i Nebevi'nin toprak zemini üzerinde bir grup Habeşînin oynadığı mızrak-kalkan oyunlarını eşi Hz. Âişe ile birlikte seyredip Hz. Ömer'in müdahalesini de doğru bulmadığı bilinmektedir. Ayrıca kendisi seyretmemekle birlikte Hz. Âişe'nin yanında cariyelerin def çalıp oynamalarına da izin vermiştir. (bk. Buhârî, "îdeyn", 3; Müslim, "Salâtü'l-îdeyn", 16-20). Hz. Peygamberin Ramazan bayramlarında musallaya çıkmadan önce hurma yeme âdeti bir sünnet telakki edilmiş ve bu telakki bayramda tatlı ikramı geleneğini doğurmuştur.