25 Aralık 2013 Çarşamba

Yaşadığı Anın Farkında Olmak

Dr. Dilaver Selvi

Ariflerin üzerinde durduğu önemli prensiplerden biri de “Vukuf-i Zamani”dir. Manası, içinde bulunduğu zamanın farkında olmaktır. Diğer bir ifadeyle, kalbi uyanık yaşamak, her an gafletten uzak olmak, içinde bulunduğu anda üzerine düşeni bilmek ve gereğini yapmaktır. Buna, hayatı Yüce Allah’a adamak diyor arifler.

Bütün hayatı Allah’a adamak... Bu yüksek ahlâk ve ilâhi aşk, “Rasulüm de ki: Benim namazım ve ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am, 162) ayetinde özetlenmiştir. Çünkü bütün vakitlerde övülme, sevilme ve zikredilme hakkı Cenab-ı Hakk’a aittir. Bu hak hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Çünkü kulun her anı ayrı bir hayattır. Ve bu hayatın kaynağı Yüce Allah’tır. Kul dünyada da ahirette de O’na muhtaçtır.

Yüce Yaratıcımız, gece ve gündüzden oluşan bütün zamanları iki şey için yarattığını belirtmiştir. Biri tezekkür, diğeri şükür. (Furkan, 62) 

Alimler tezekküre, ilim ve ibret manalarını veriyor. İlim, kainatın sahibini tanımak; ibret ise, her şeyde tecelli eden ilâhi sanatı görüp kalbi Yüce Yaratıcıya bağlamaktır.
Şükür, nimetin kimden geldiğini bilmek, nimet ile sevinmek ve vereni sevmektir. Şükür, nimetin sahibine isyan etmemektir. Şükür, kulun her şeyi ile Yüce Allah’ın mülkü olduğunu anlaması ve her an O’ndan razı olmasıdır. Buna samimi dostluk ve güzel kulluk denir. 

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Yüce Yaratıcı’dan gafletle geçen vakitleri hasret vakti olarak tanıtmıştır. Öyle ki, cennete giren bütün kullar, sadece dünyadaki zikirsiz ve şükürsüz geçen vakitlerine üzüleceklerdir. (Tebaranî, İbnu’s-Sinnî, Heysemi, Münzirî)

ZAMAN EN BÜYÜK SERMAYEDİR
Büyükler, vakit nakittir derler. Yani vakit kainatta en değerli sermayedir. Vakit insana nakit kazandırır, fakat dünya dolusu nakit verilse, geçen bir saniye geri getirilemez. Dünyada her an bir defa yaşanır, bir daha ele geçmez. Onun için Allah dostları her anı son fırsat olarak görmüşler ve her nefesi son nefes gibi değerlendirmişlerdir. Çünkü insan hayatı iki nefes arasındaki süredir. Alınan bir nefes geri verilmese hayat biter. Tersi de böyledir. Bu nefesler sayılıdır ve son sayı insana gizlidir. Kimse şu kadar nefesim kaldı, bu kadar süre daha yaşayacağım diyemez. 

İnsan ömrü üç zaman dilimine ayrılır. Birisi geçen süredir. Buna mazi denir. Bu süre, iyiliği ve kötülüğü ile geride kalmıştır. Diğeri elde olmayan süredir. Buna âti (gelecek) denir. İnsanın ona ulaşıp ulaşmayacağı belli değildir. Bir diğeri de insanın içinde yaşadığı andır. İşte eldeki zaman odur. Buna fırsat denir. Yapılması gereken ne varsa onda yapılmalıdır. Çünkü o da geçmek üzeredir. 

Hayırlı işlerde, ‘şimdi dursun sonra yaparım’ demek şeytandandır. Efendimiz s.a.v.’in uyardığı gibi, sonra yaparım diyenler kesin pişman olmuşlardır. Bu her işte böyledir. Büluğ çağına ulaştıktan sonra, insanın mükellefiyet süresi başlar. Artık insan zamandan sorumludur. Zamana bağlı iş ve ibadetlerden mesuldür.

Zaman Yüce Allah’ın insana en büyük emanetidir. Allah bu emanetin korunmasını istemektedir. Helal ve hayır işlerde geçen ömür ihya edilmiş ve korunmuş olur. Haram işleyerek geçen zamanlar ise zayi edilmiştir. 

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, insanların iki büyük nimette aldandığını haber vermiştir. Bunlar sıhhat ve boş vakittir (Buharî). Kıyamet günü, herkese hesabı ve şükrü sorulacak dört nimet vardır. Bunlardan ikisi zamanla ilgilidir. Yüce Allah herkese gençliğini nerede harcadığını ve ömrünü nerede tükettiğini soracaktır. Diğer iki nimet de mal ve ilimdir. (Tirmizî)

Cüneyd-i Bağdadî k.s. der ki: “Vakit sermayeni iyi kullan. O bir kere ele geçer. Kaçırdın mı bir daha ele geçiremezsin. Kainatta vakitten daha kıymetli bir servet yoktur.”

Hasan Basrî k.s. da sahabenin halini şöyle anlatır: “Ben öyle insanlara ulaştım ki, sizin elinizdeki altın ve gümüşü koruduğunuzdan daha fazla vakitlerini koruyor ve boşa harcamaktan sakınıyorlardı. Sizden biriniz nasıl iyi bir kazanç getirmeyen yerlere altın ve gümüşünü harcamıyorsa, onlar da zamanlarını öyle titizlikte koruyor; bir nefesini dahi zayi etmiyor, vakitlerini Allah’a itaatin dışında asla kullanmıyorlardı.”

Hz. Ali r.a., şerefli hanımı Hz. Fatıma r.a.’ya demiştir ki: “Fatıma! Yemek yaptığın vakit sulu ve hafif yemekler yap. Fazla çiğneme derdi olmasın. Çünkü sulu yemek tez yenir, kuru yemeği çok çiğnemek gerekir. İkisi arasında elli defa tesbih ve zikir farkı vardır. Yemek başında çok bekleyip hayırlı işlerden geri kalmayalım.” (İbnu Acibe)

ZAMANI İYİ OKUMALIDIR
Her insan yaşadığı zaman içinde şu dört halden biriyle karşılaşır. Ya itaat eder, ya isyan, ya nimet içindedir ya da sıkıntı. İtaat Yüce Allah’a hamd etmeyi gerektirir. İsyana düşene istiğfar ve tevbe lazımdır. Nimet tevazu ve şükür ister. Sıkıntı anı ise sabır, rıza, dua ve yalvarma zamanıdır. Kısaca, her şey kulu Yüce Allah’a bağlamak ve ahirete hazırlamak içindir. Ağlamak da gülmek de Allah’tandır. Zamanı istediği gibi evirip çeviren ve türlü hallerle bizleri yüz yüze getiren O’dur. 

Hak yolcusunun en önemli işi muhasebedir. Muhasebe, kalbin ve nefsin ne halde olduğunu kontrol etmektir. Allah’a ve ahirete yönelen herkese güzel bir tevbeden sonra kuvvetli bir muhasebe ilmi lazımdır. Hak yolcusu her akşam günlük değerlendirmesini yapmalıdır. ‘Bugün Allah için ne yaptım, ahiretime ne gönderdim, hangi tür hayırlara el attım, ne gibi günahlara bulaştım, bu durumda bana ne gerekir, niyetim nedir, kalbim ne haldedir, nefsim hangi sıfatları taşıyor, şu anki halimden daha iyi olamaz mıydım’ gibi soruları kendi kendine sormalıdır. 

Büyük veli Şah-ı Nakşibend k.s., vukuf-i zamani prensibini açıklarken şöyle diyor: “Zamana vakıf olmak, nefsin hallerini tanımaktır. Hak yolcusu, niyetini ve amellerini iyi kontrol etmelidir. Eğer niyeti ve ameli Kur’an ve Sünnet’in öğrettiği edebe uyuyorsa Allahu Tealâ o anda kuldan razıdır. Kul o hale sevinip şükretmelidir. Eğer kulun niyetinde Allah rızası yok ve ameli de dinin öğrettiği edebe uymuyorsa, hemen istiğfar ve tevbeye sarılmalıdır. Kusur halindeki kula tevbe lazımdır. Bu yol, her anını kontrol etmeye dayalıdır. Akıllı kimse aldığı her nefesinin farkında olur, onu zikirle mi yoksa gafletle mi alıp verdiğini bilir.”

Ariflerden Ebu Muhammed el-Cerir k.s., “tasavvuf, insanın yaşadığı vakit içinde yapılması gereken en hayırlı işi yapmaktır” derken, Allah dostlarının en önemli özelliğini gözler önüne sermiştir. Gerçekten tarih iyice incelenirse kâmil velilerin hayatı kadar huzurlu, dolu, canlı, faydalı ve tamamen Allah’a adanmış bir hayat bulunamaz.

Arifler, sufiyi “ibnu’l-vakt” olarak tarif ederler. İbnu’l-vakt, içinde bulunduğu vaktin çocuğu manasındadır. Bu sıfattaki insan, içinde bulunduğu anda ne lazımsa onu yapar, boş ve gereksiz işlerden kaçar. İyi de olsa kendisini ilgilendirmeyen veya zamanı gelmeyen şeylerle uğraşmaz. Vaktini dini ve dünyası için en kazançlı bir şekilde değerlendirir.

Zamanı iyi tanımak, her zaman dünya ve ahirette faydamıza olacak işler yapmaktır. Fakat günümüz insanının en fazla israf ettiği sermaye zamandır. Özellikle gençlik dönemi bir oyun ve eğlence dönemi olarak görülmektedir. Halbuki gençlik dünya ve ahiret hayatının hazırlığı için bize verilmiştir. O dönemi sadece boşa harcamak kadar üzücü bir şey yoktur. Buna rağmen çoğumuz nefsin keyfine göre yaşamakta, uzun bir hayat arzulamakta ve bu sebeple çok şeyi kendisine dert etmektedir. Bu, “uzun emel”dir. 

Uzun emel insanı tembel eder, gevşetir, boş işlerle yorar, gelecek endişesiyle korkutur, sonuçta sahibine ciddi zararlar verir. Halbuki tavsiye edilen, hayırlarda acele etmek ve yapılması gerekeni ilk fırsatta yapmaktır.

NE YAPMALI, NEREDEN BAŞLAMALI?
Birçoğumuz şunu şöylüyor: “En fazla beş dakika süren dört rekâtlık bir namazı bile baştan sona kalb huzuru ile tamamlayamıyoruz. Zikrederken bile gafletimiz devam ediyor. Yüzümüz Kâbe’de iken gönlümüz başka yerde. İbadette gafletten kurtulamadıktan sonra diğer zaman ve işlerde nasıl uyanık olalım? Bir günü ve koca bir ömrü zarar etmeden nasıl kapatalım?”

Gerçekten bütün vakitlerini hakkıyla değerlendiren insanlar çok azdır. Ancak dinimizde “iyiliği kötülüğünden fazla olanlar iyi kabul edilir” prensibi vardır. Her gün güzel şeyler yapmaya niyetlenen, iyi işlere yönelen ve kötü davranışlarını fark edip üzülen kimse -inşallah- iyilerden sayılır. Kusurları Allah’ın sonsuz rahmetiyle affedilir.

Öncelikle, bizi zarara sokan ve vaktimizi ziyan eden işlerin ne olduğunu bilmeliyiz. Söz ve davranışlarımızda, kazanç ve harcamalarımızda haramlardan kesin olarak kaçınmalıyız. Çünkü haram kalbi öldürür, vakti ziyan eder. Helal dairede kalmayı, hayırlı işler yapmayı, Allah için kimseye sıkıntı vermeden yaşamayı hedeflemeliyiz. Yerken, ibadete kuvvet bulmaya, uyurken dinlenip yeni hayırlara hazırlanmaya, mübah dairede eğlenirken eşimizin, çocuklarımızın ve dostların hakkını korumaya niyet etmeliyiz. Niyetimiz iyi olduktan sonra bütün işlerimiz hayra döner, ilâhi sevgi ve sevap vesilesi olur. Günü içinde harama bulaşmayan, Yüce Allah’ın emirlerine itaat eden kimse, onu zikretmiş olur. Zikreden şükretmiştir. Şükreden ise Allah’ın rahmetine ermiştir. 

Arifler der ki: Bir insan farz amelleri yapsa, haramlardan kaçınsa, bir saat sabah bir saat akşam zikir için vakit ayırsa, kalbini zikirle ihya etmiş ve gününe şükretmiş olur.

Her anı zikir içinde geçirmek çok büyük bir saadettir. Bu mümkündür. Çünkü Peygamberler ve Allah dostları böyle yapmışlardır. Bunun mümkün olduğuna inanan kimse birinci adımı atmıştır.

YARIM SAATLİK ÇABAYLA BİRİKEN HAZİNE
Bir Hak dostu şunları anlatır: “Gençliğimde Allah dostlarının güzel meclislerine katıldım, sohbetlerini dinledim. Onların bütün zamanlarını Allah ile geçirdiklerini, yerken içerken, çalışırken, çarşı pazarda gezerken bile kalplerinin Allah’ı anmaktan geri kalmadığını işittim. Buna hayret ettim, mümkün olup olmayacağını düşündüm. Önce imkansız geldi. Sordum, mümkündür dediler. Hem bu halin ayet-i kerimelerde her müminden istendiğini hatırlattılar. Buna şaşırdım ve aynı zamanda sevindim. İrşad halkasına katıldığım mürşidime gittim. Samimi olarak derdimi açtım. ‘Ben de bütün zamanlarımı Yüce Allah’ı unutmadan zikirle geçirmek istiyorum, bunun yolunu bana öğretiniz’ dedim. Mürşidim güldü: ‘Güzel, ama acele etme!’ dedi. Bana önce yarım saatimi alacak bir zikir çeşidi verdi. Dua etti ve: ‘Şimdilik buna devam et, kalbini uyanık tutmaya çalış. Bunu başarınca yanıma gel’ dedi. Ben de günde yarım saatimi zikir için ayırdım. Buna devam ettim. İçimde önceleri bilmediğim ve alışmadığım bir tat buldum. Kalbimde bir canlanma hissettim. Zikir yarım saat sürüyor, fakat kalbimdeki tesiri ve tadı yarım gün devam ediyordu. İşin-gücün arasında kalbimi dinliyor ve onun Allah Allah şeklindeki atışlarını duyuyordum. Tekrar mürşidime gittim. Süreyi biraz daha uzatmamı istedi. Bir saatimi zikirle geçirmemi ve kalp uyanıklığına dikkat etmemi tavsiye etti. Söylediği gibi devam ettim.

Böylece sabırla devam ede ede Yüce Allah’a hamd olsun, şu ayetlerin sırrına mazhar oldum: Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde gerçek akıl sahipleri için (varlığımıza, birliğimize ve yüceliğimize delil olacak) nice ayetler vardır. O temiz akıl sahipleri, yürürken, otururken ve yanları üzeri yatarken devamlı Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru. (Âl-i İmran, 190-191)”

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı