25 Şubat 2009 Çarşamba

Veda Hutbesi...

Veda Haccı'nda Hz.Peygamber'in (sav) Yaptığı Konuşmanın Tam Metni

Allah'a hamd olsun. O'nu över, O'na şükrederiz. O'ndan medet umarız. O'ndan bağışlanma dileriz, tevbe ederek O'na ita­ate yöneliriz. Nefislerimizin kötülük telkin­lerinden ve kötü ameller işlemesinden Al­lah'a sığınırız. Allah kime doğruyu göste­rirse, kimse onu hak yoldan uzaklaştıra­maz. Kimin de hak yoldan uzaklaşmasına özgürlük tanırsa, kimse ona doğruyu gös­teremez. Tek Allah'tan başka tanrı olma­dığını, ilâhlığında, otoritesinde, mülkün­de, tasarruflarında ortağı bulunmadığını kabul ve tasdik ederim. Muhammed'in O'nun kulu ve Rasûlu olduğunu kabul ve tasdik ederim.1

Ey Allah'ın kulları, size Allah'a sığın­manızı, emirlerine yapışmanızı, günahlar­dan arınmanızı, azabından korunmanızı öğütlerim. Size tekrar tekrar, O'na itaati tavsiye ederim. Sözlerime hayırlı olanla, O'nun izni ve yardımıyla başlıyorum.2

Ey insanlar! Ben sizin hepinize, Al­lah'ın; emirlerini tebliğ ile görevlendirdiği, ilahî hükümleri icraya, ülkeyi imara, dünya düzenini kurmaya, sağlamaya memur et­tiği tek yetkili Rasûluyum. Beni dinleyin, size bazı açıklamalar yapacağım. Bu yıldan sonra, bir daha burada sizinle buluşup buluşamayacağımı bilemiyorum.3

Ey insanlar! Kanlarınız, canlarınız, yaşa­ma hakkınız, mallarınız, namuslarınız, haysiyet ve şerefleriniz, vücut bütünlü­ğünüz Rabbinizle buluşacağınız güne ka­dar bu ayınızda, bu beldenizde, bu günü­nüzün saygıya, korunmaya layık olduğu gi­bi, saygıya ve korunmaya layıktır, doku­nulmazdır. Ancak İslam'ın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli kara­ra dayalı cezalar müstesnadır.4

Benim sözlerimi iyi dinleyin ki, izzet ve şerefle huzurlu yaşamaya devam edesiniz. Sakın haksızlık yapmayın ve zulmetmeyin. Sakın baskı, zulüm ve işkenceye alet olmayın. Sakın zulme boyun eğmeyin. Haksızlığa rı­za göstermeyin. İyice anlatabildim mi?

Allah'ım, Sen de şahit ol.5

Ashabım! Siz Rabbinizin huzuruna vara­caksınız, size işlediğiniz bilinçli amellerin hesabını sorulacak. İyice tebliğ edebildim mi?

Allah'ım, Sen de şahit ol!6

Ey insanlar, Allah'a sığının, emirlerine yapışın, azabından korunun. İnsanların mallarını eksik teslim etmeyin, değerlerini düşürmeyin, bedellerini eksik ödemeyin, mallarını kötülemeyin, haksız rekabet yap­mayın, aldatarak, hile yaparak, fırsat kollayarak, gasp ederek insanların haklarını zayi etmeyin, zayiine sebep olmayın. Ül­kede, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmakta ve küfürde ileri git­meyin.7

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, bu emaneti sahibine versin. Size hediye verene hediye ile karşılık verin. Kefil borçlu gibidir. Borcun ödenmesi gerekir.8

Soyunuzdan sopunuzdan medet umarak benim yanıma yaklaşmayın. İşlediğiniz bi­linçli amelleri vesile ederek yanıma gelin. Ben bütün insanlara da, size de aynı şey­leri söylüyorum.9

Cahiliye döneminin faizli alışverişleri kaldırılmıştır. Yüce Allah, kaldırılan ilk fa­izin, Abbas b. Abdilmuttalib'inki olmasını emretmiştir. Ancak ana paralarınız sizindir. Ne siz haksızlık edebilirsiniz, ne de haksız­lığa uğratılacaksınız. Allah, faizli alışverişin yapılmayacağını icrası kesin hüküm haline getirdi. Kaldıracağım ilk faiz amcam Ab­bas b. Abdilmuttalib'in faizli alış verişlerindeki faizdir.10

Ey insanlar! Hangi ayda, hangi günde, hangi ülkede olduğunuzu biliyor musu­nuz?11

(İnsanlar, ‘saygıya layık korunan bir günde, dokunulmazlığı olan ülkede ve bir ayda', dediler.)

Ey insanlar! Kanlarınız, canlarınız, yaşa­ma hakkınız, mallarınız, namuslarınız, haysiyet ve şerefleriniz, vücut bütünlüğü­nüz, Rabbinizle buluşacağınız güne kadar bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün saygıya, korunmaya layık olduğu gibi, saygıya ve korunmaya layıktır, dokunul­mazdır. Ancak İslam'ın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli karara da­yalı cezalar müstesnadır.12

Ashabım! Şunu belirteyim ki, Cahiliye dönemindeki bütün kan, su ve mal dava­ları, kıyamet gününe kadar şu ayaklarımın altındadır.13

Kıyamet gününe kadar Cahiliye döneminde var olan kan da­vaları kaldırılmıştır, Cahiliye döneminde var olan kan davaları kaldırılmıştır, kaldıracağımız ilk kan davası, Âmir (İyâs) b. Rebîa b. el-Hâris b. Abdülmuttalib'in kan davasıdır. O Sa'd b. Leysoğulları'nda süt anneye verilmiş bir çocuktu. Hüzeyl, onu öldürdü.

İyice tebliğ edebildim mi?

(İnsanlar; ‘elbette tebliğ ettin', dediler)

-Allah'ım Sen de şahit ol! Burada bulu­nanlar sözlerimi bulunmayanlara iletsin.14

Kâbe hizmetkarlığı ve hacıların su ihtiya­cını karşılama dışında cahiliye devrinin hükümet görevleri kaldırılmıştır.15

Kasten adam öldürmenin cezası, kısas­tır. Kasten öldürmeye benzeyen cinayet, sopa ve taşla öldürmedir. Diyeti, yüz deve­dir. Kim daha fazlasını isterse, o İslam'ı benimsemeyen Cahiliye dönemini özleyen biridir. En büyük Allah düşmanı, kendisine herhangi bir kastı olmayan birini sebepsiz yere öldürendir, kendisine el kaldırmayana sebepsiz yere vurandır.

İyice tebliğ edebildim? Allah'ım, Sen de şahit ol!16

Ey insanlar! Sizi uyarıyorum, herkes yal­nızca kendi işlediği suçtan sorumludur. Suçlu evlattan dolayı baba sorumlu tutula­maz, suçlu babadan dolayı evlat da sorum­lu tutulamaz.17

Ey insanlar! Şeytan, sizin bu toprakla­rınızda kendisine tapınılmasından ümit kesmiş bulunuyor. Ancak, bunun dışındaki önemsiz gördüğünüz davranışlarda, ara­nızda çıkardığı fitne fesatla sizi birbirinize düşürdüğünde sözünün dinlenmesinden hoşnut olacaktır. Dininizde sebat ederek, dininize sahip çıkarak, şeytanın, şeytan tıynetli ahlaksız azgınların, şeytani düzen­lerin vesvesesinden, daleveresinden kendi­nizi koruyun.18

Ey insanlar, yalan yere Allah'ın adını anarak yemin etmeyin. Yalan yere Allah adına yemin edenin yalanını Allah açığa çıkarır.19

Ey insanlar! Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki düzenli sistemine girerek seyrediyor. Ayların sayısı, on ikidir. Dört tanesi, savaşın haram olduğu aylar­dır. Bunlardan üçü birbiri peşinden gelir. Biri tektir. Bunlar Zilkade, Zilhicce, Mu­harrem ve Cumade'l-ahire ile Şaban ara­sındaki Mudar kabilesinin adını koyduğu ay Recep'tir.

Allah'ın, gökleri ve yeri yarattığı gün, Levh-i Mahfuz'da tesbit ettiği kayıtlarda, Allah katında, ayların sayısı on ikidir. On iki aydan dördü savaşın haram olduğu ay­lardır. İşte bu haram aylarla ilgili hüküm, insanlığı, insani değerleri ve düzeni ayakta tutan dinin, medeniyetin, zamanla değiş­meyen tabii hukuk kurallarını içeren şe­riatın hükmüdür. Bu aylarla ilgili Allah'ın koyduğu yasakları çiğneyerek kendinize, birbirinize zulmetmeyin.

İlahlığında, otoritesinde, mülkünde, ta­sarruflarında, Allah'a ortak koşan müşrik­ler nasıl size karşı topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlara karşı topyekün savaşın. Bilin ki, Allah kendisine sığınıp, emirlerine ya­pışarak günahlardan arınıp, azaptan koru­nanlarla, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görev­lerinin bilincinde olan müminlerle, müttakilerle beraberdir.

Saldırmazlığın gelenek haline geldiği, Al­lah'ın savaşı haram kıldığı ayları erteleyerek, yerlerini değiştirerek, on iki aya ay ilave ederek, hileli takvim düzenlemek, ke­sinlikle Allah'ın sene ve aylarla ilgili koy­duğu hükmü inkarda ileri gitmektir. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Al­lah'a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkarda ısrar edenlerin, kafirlerin, bu yüzden hak yol­dan uzaklaşmalarının, dalaleti tercihlerinin önü açılır. Erteleyerek, değiştirerek ilave ettikleri aydaki savaşları, bir yıl helal ve meşru, bir yıl haram sayarlar. Allah'ın ha­ram kıldığının sayısına uydursunlar da, Al­lah'ın haram kıldığını helal ve meşru kılsın­lar, isterler. Onların bilinçli kötü amelleri kendilerine süslenip güzel gösterilmiştir. Allah kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah'a iman, kulluk ve sorumlu­luk bilincini şuur altına iterek örtbas edip, küfürde, nankörlükte ısrar eden bir kavme doğru yolu gösterme lütfunda bulunmaya­cak, başarı nasip etmeyecektir. (Tevbe, 9/ 36-37).

Onlar bir yıl, Safer ayını helal sayıyorlar, bir yıl Muharrem'i haram sayıyorlardı. Nesî (yıla ekleme), işte budur. Allah'ım, Sen de şahit ol!.20

Ey insanlar! Kadınlarınızın sizler üze­rinde hakları, sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır. Sizin onlardaki hakkınız, minderinize sizden başkasını oturtmama­ları, meşru tavsiyelerinizde size karşı çık­mamaları, hoşlanmadığınız kişileri izniniz olmadan eve sokmamaları, kötü söz söyle­memeleri kötü fiil ve davranışta bulunma­malarıdır. Şayet bunları yaparlarsa, Allah onları engellemenize, sıkıştırmanıza yatak­larında tek başlarına bırakmanıza ve hafif­çe, incitmeden vurmanıza izin vermiştir. Bun­lardan vazgeçer ve size itaat ederlerse, meşru, örfe uygun ölçüler içerisinde rızıklarını ve giyimlerini sağlama sorumluluğunuz var. Kadınların iyiliğini isteyin, durum­larının iyileşmesi için çaba sarfedin. Çünkü onlar müşterek hayatın gereği kendileri adına bir şey yapma gücüne ve imkanına sahip olmayan, sizinle birlikte yaşamak mecburiyetinde olan hayat arkadaşlarınızdır. Siz onları Allah'ın emaneti olarak aldı­nız. Allah'ın emri ve hükmüyle onlarla iliş­kiyi helal edindiniz. Eğer haklarını ararlar, sorumluluklarına riayet ederlerse onlara tavır takınmanıza, cezalandırmaya hakkı­nız yoktur. Onların serkeşliğinden ve şid­dete başvurmasından endişe ederseniz, onlara öğüt verin ve yataklarınızı ayırın. Aşırı gitmeden hafifçe vurun. Onların yi­yeceği ve giyimi konusunda cömertçe her türlü iyilik ve ihsanda bulunmanız, onların haklarıdır. Kadınların haklarına riayet ko­nusunda Allah'ın emirlerine yapışın, aza­bından korunun, onların iyiliğini isteyin, durumlarının iyileşmesi için çaba sarfedin. Hanımlarınız, sizlerin izni ve bilgisi olmadıkça, evinizin mali imkanlarını cömertçe harcamasınlar. Sözlerimi iyice anlayarak hatırınızda tutun.

İyice tebliğ edebildim mi? Allah'ım, Sen de şahit ol!21

Ey insanlar! Meşru şekilde sahip oldu­ğunuz, üzerlerinde meşru haklarınız ve düzgün insani ilişkileriniz olan köle ve ca­riyelerinize, iş akdiyle bağlı işçilerinize ha­yırla muameleyi size tavsiye ederim. Sof­ranızda bulunanları ölçü alarak onların ka­rınlarını doyurmanızı, giydiklerinizi ölçü alarak onların giyimlerini sağlamanızı tav­siye ederim. Affetmeyi düşünmediğiniz bir suç işledikleri takdirde aranızda aynı cins­ten suç işleyenlere uyguladığınız cezaları ölçü alınız. Onlara işkence etmeyiniz, onları cezalandırmayınız.!.22

Ey insanlar! Sözlerimi iyi dinleyin, iyi muhakeme edin. Bütün ırklara mensup Müslümanların, Müslümanların kardeşi ol­duğunu bilin. Bütün müminler kardeştir. Kimseye, gönül rızası olmadıkça, kardeşi­nin malı helal değildir. Sakın haksızlık etmesin, hile yapmasın, haince davranma­sın.

Müslümanın kim olduğunu size anlata­yım mı? Müslümanların, dilinden ve elin­den zarar görmediği kişidir.

Müminin kim olduğunu size anlatayım mı? İnsanların mallarına ve canlarına za­rarı dokunmuyacağından emin olduğu ki­şidir.

Muhacirin kim olduğunu size anlatayım mı? Kötülükleri ve günah işlemeyi terk eden kişidir.

Mücahidin kim olduğunu size söyleye­yim mi? Allah'a itaat yolunda nefsiyle mücadele eden kişidir.

Bu günün dokunulmazlığı gibi, müminin mümine zarar vermesi haramdır. Etini yeme mesabesinde olan müminin mümini gıybeti de haramdır. Namus ve haysiyetine zarar vermesi de haramdır. Müminin yü­züne tokat vurmak da mümine haramdır. Onu itip kakarak incitmesi de haramdır.

İyice tebliğ edebildim mi? Allah'ım, Sen şahit ol!23

Ey insanlar! Yeryüzü Allah ve Rasûlune aittir. İnsanlar, 'Allah'tan başka ilah yok­tur' deyip, benim Allah'ın Rasulu olduğu­mu kabul edinceye kadar, insanlarla mücadele etmem, savaşmam emredildi. İn­sanlar kelime-i tevhidi söyleyince, kan­larını, canlarını ve mallarını korumuş olur­lar. Ancak İslam'ın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli karara dayalı cezalar müstesnadır. Ahiretteki hesapları ise Allah'a aittir. Kendinize, birbirinize haksızlık etmeyin!24

Ey müminler, benden sonra küfre dön­meyin, birbirinin boynunu vuran kafirler haline gelmeyin. Size, sımsıkı sarıldığınız sürece asla hak yoldan uzaklaşmayacağınız apaçık dinî, ilmî, idari, siyasi kuralları içe­ren Allah'ın kitabı Kur'ân'ı ve Rasûlu'nun sünnetini bıraktım. Bunlarla amel ediniz, davranışlarınıza Kur'ân ve sünneti yan­sıtınız. Bir de soyumdan yakınlarımı, Ehl-i beytimi bıraktım.

İyice tebliğ edebildim mi? Allah'ım, Sen şahit ol!25

Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız bir­dir. İslam'da insanlar eşittir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem de toprak­tan yaratıldı. Allah katında en değerliniz, en çok Allah'a sığınanız, emirlerine yapışa­nınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanızdır. Bir Arab'ın, Arap olmaya­na, bir başkasının Arab'a, bir siyahın bir kızılderiliye, bir kızılderilinin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük sebebi yok­tur.

"Ey iman edenler, biz sizi bir erkekle bir kadından, bir asıldan yarattık. Birbirinizle tanışmanız, işlerinizi tedbirle idare etme­niz, karşılıklı olarak, İslami kurallarla örtüşen milletlerarası teamüllere uymanız, yardımlaşmanız, kültür ve medeniyet alış­verişinde bulunmanız, birbirinize iyiliği tav­siye etmeniz için, sizi milletler ve kabileler haline getirdik. Allah yanında en değerli­niz, en üstününüz, en çok Allah'a sığınanı­nız, emirlerine yapışanınız, en çok günah­lardan arınıp azaptan korunanız, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgür­lüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davrana­nınız, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olanınızdır. Allah her şeyi bilir, gizli-açık her şeyden haberdardır." (Hucurat, 49/13.)26

Ey insanlar! Görünürdeki organları kesil­miş bir Habeşli bile başınıza getirilse, size Allah'ın kitabındaki hükümleri uyguladığı sürece, dinleyin ve itaat edin.

İyice tebliğ edebildim mi? Allah'ım, Sen de şahit ol!27

(İnsanlar, ‘evet' dediler)

Burada bulunanlar, sözlerimi bulun­mayanlara iletsinler.

Ey insanlar! İyi dinleyin! Bütün peygam­berlerin daveti geçmişte kalmış, görevleri sona ermiştir. Yalnızca benim davetim ve görevim devam etmektedir. Ben insanların ihtiyacı sebebiyle Rabbimin katında davetimi, görevimi kıyamet gününe kadar muhafaza ettim. Ben önceki ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim. Beni mahcup etmeyin, yüzümü kara çıkarma­yın.28

İyi dinleyin, bir kısım insanlar için elim­den bir şey gelmezken bir kısmını kurtaracağım. Ya Rabbi ashabım, diyeceğim. Ba­na, ‘Senden sonra din adına neler icat et­tiklerini bilmiyorsun', buyuracak. Ben cen­netteki havuz başında sizi bekleyen öncünüzüm.29

Ey insanlar! Allah, her hak sahibinin hakkını, her varisin, mirastaki payını belirlemiştir. Varise vasiyet yapılamaz. Vasiyet terekenin üçte birini de geçemez. Çocuk meşru eşe aittir. Zina edenin hak sahipliği söz konusu değildir. Hamisinin, amirinin, ortağının, işvereninin, efendisinin sağladı­ğı imkanlara nankörce davranan, Allah'ın Muhammed'e indirdiği Kur'ân'ı inkar edi­yor demektir. Babasından başkasına men­subiyet öne süren veya efendisinden başkasını veli edinen, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Böylesinin ne azabı geri çevrilir, ne ceza yeri­ne fidye alınır.30

Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri kesinlikle dinde aşırılık­ları helak etmiştir. Hacdaki amelleri, dav­ranışları benden öğrenin. Bu seneden sonra bir daha haccedip edemeyeceğimi bile­miyorum. Bu öğütlerimi burada bulunan­lar bulunmayanlara ulaştırsın. Öğütlerimin ulaştırıldığı bazı kimseler burada dinleyenlerden daha iyi anlayarak, daha iyi mu­hafaza edebilirler, nice kimseler uygulaya­rak daha mutlu olabilirler.31

Ey insanlar! Allah sözlerimi işitip de bel­leyene, rahmetini merhametini ihsan et­sin. Allah yüzünü ağartsın. Mana yüklü sözlerimi anlamadan ezberleyen birçok in­san var. Derin manalar içeren sözlerimi bilen birçok insan, kendisinden daha yük­sek anlayış sahiplerine bu sözlerimi ulaş­tırsın. Üç vasfa, üç davranışa sahip olan;

-Samimiyetle Allah rızası için dinî görev­lerini yerine getiren,

-Müslüman idarecilere samimi davranan ve itaat eden,

-İslam toplumunun birliğini ve bütünlüğü­nü koruyan müminlerin İslam'a hıyanet etmeyeceğini, kalplerinden İslam'ı atma­yacağını bilin.

Bütün müminler gelecek nesilleri, İslam ile şereflenmemiş insanları İslam'a davet ederek İslam'ı tebliğ ve davet görevini yeri­ne getirmelidirler.32

Benim dışımda benden sonra peygam­ber görevlendirilmeyecektir. Sizin dışınız­da ümmet de olmayacaktır. Rabbinizi ilah tanıyın, candan Müslümanlar olarak Rabbinize teslim olun, saygıyla Rabbinize kulluk ve ibadet edin. Rabbinizin şeriatine boyun eğin, adabına, erkanına riayet ederek beş vakit namazı aksatmadan aşikare kılın. Vicdanı, serveti, sosyal bünyeyi arındıran, berekete vesile olan zekatı verin. Ramazan orucunu tutun. Yöneticilerinize itaat edin ki Rabbinizin cennetine giresiniz.33

Ey insanlar! Yarın Beni size soracaklar. Ne dersiniz? Peygamberlik görevimi yeri­ne getirdim mi? Vazifemi yaptım mı?

(Orada bulunanlar, ‘evet yemin ederiz ki, tebliğ ettin, bize tavsiyelerde ve öğütlerde bulundun, böylece şehadet ederiz' dediler).

-Şahit ol ya Rabbi, şahit ol ya Rabbi, şahit ol ya Rabbi...

Size selam ve selamet diliyorum, Al­lah'ın rahmet ve bereket ihsanını niyaz ediyorum.34

(Sonra insanlara veda etti. Bunun üzerine insan­lar, ‘bu veda haccı' dediler)


http://www.sonpeygamber.info/tr/tr/mucizeleri-ve-daveti/veda-hutbesi-tam-metin.html

11 Şubat 2009 Çarşamba

İyilik Üzerine Hadisler...


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Safvan İbnu Süleym
Hadis : Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: "Dul ve kimsesizler için çalışan, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri oruç tutup geceleri de ibadet eden kimse gibidir"
HadisNo : 184


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Amr İbnu`l-As
Hadis : Resulullah (sav) buyurdu ki: "Kırk iyilik vardır. En üstünü sağmal keçi bağışlamaktır. Bu iyiliklerden birini, sevab ümid ederek ve vadedilen mükafatı tasdik ederek yapan kimseyi Allah mutlaka, bu ameli sebebiyle, cennete koyar." Ravilerden biri (Hassan) diyor ki: "Keçi bağışı dışındaki amelleri saydık: Verilen selamı almak, hapşırana yerhamukallah demek, yoldan rahatsızlık veren şeyi temizlemek vs. gibi, fakat on beşe bile ulaşamadık"
HadisNo : 185


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Ebu Musa
Hadis : Resulullah (sav) "Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Kendisine: "Ya bulamayan olursa?" diye soruldu. "Eliyle, çalışır, hem şahsı için harcar hem de tasadduk eder" cevabını verdi. "Ya çalışacak gücü yoksa?" diye soruldu "Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine yardım eder" dedi. "Buna da gücü yetmezse?" dendi. "Ma`rufu veya hayrı emreder" dedi. "Bunu da yapmazsa?" diye tekrar sorulunca: "Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkor. Zira bu da bir sadakadır" buyurdu.
HadisNo : 186


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Güneşin doğduğu her yeni günde kişiye, her bir mafsalı için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi arasında adalet yapman bir sadakadır. Kişiye hayvanım yüklerken yardım etmen bir sadakadır. Güzel söz sadakadır, namaza gitmek üzere attığın her adım sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldınp atman sadakadır.
HadisNo : 187


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Hakim ibnu Hizam
Hadis : "Ey Allah`ın Rasulü", dedim, "cahiliye devrinde yaptığım hayırlar var: Dua, köle azad etme, sadaka vermek gibi, bana bunlardan bir sevab gelecek mi?" "Sen" dedi, "zaten,daha önce yaptığın bu iyiliklerin hayrına Müslüman olmuşsun."
HadisNo : 188


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Aişe
Hadis : Dedim ki "Ey Allah`ın Resulü, İbnu Cüd`an cahiliye devrinde sıla-i rahimde bulunur, fakirlere yedirirdi, o bundan fayda görecek mi?" Resulullah (sav) şu cevabı verdi: "(Hayır) iyiliklerin ona bir faydası olmayacaktır. Çünkü o bir gün bile "Ya Rabbi kıyamet günü günahlarımı bağışla" dememiştir."
HadisNo : 189


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Ebu Zerr
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Yapılan hayırdan (ma`ruf) hiçbir şeyi küçük bulup hakir görme, kardeşini güler yüzle karşılaman bile olsa (bunu ehemmiyetsiz görüp ihmal etme)"
HadisNo : 190


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Huzeyfe
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Her bir ma`ruf sadakadır" (Bu hadisi Tirmizi, Hz. Cabir (ra)`den şu ziyade ile rivayet etti: "Kardeşini güler yüzle karşılaman, kendi kovandan kardeşinin kabına su vermen de birer ma`rufdur")
HadisNo : 191


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Adiy İbnu Hatim
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden herkese Rabbi, aralarında bir tercüman olmaksızın, doğrudan doğruya hitab edecektir. Kişi o zaman (ateşe karşı bir kurtuluş yolu bulmak üzere sağına bakar, hayatta iken gönderdiği (hayır) amellerden başka birşey göremez. Soluna bakar, orada da hayatta iken işlediği (kötü) amellerden başka birşey göremez. Ön cihetine bakar, Karşısında (kendini beklemekte olan) ateşi görür, (Ey bu dehşetli güne inanan mü`minler!) yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun. Bunu da bulamazsanız güzel bir sözle koruyun"
HadisNo : 192


Fasil : BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Konu : İyilik Üzerine Müteferrik Hadisler
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Bilin ki, bir ev halkına, sütünden ve yününden istifade etmeleri için, akşam ve sabah bol süt veren devesini geçici olarak bağışlayan kimsenin ecri cidden büyüktür."
HadisNo : 193


Kaynak: ihya.org

6 Şubat 2009 Cuma

İsraf ile Cimrilik Arasında Bir Orta Yol: İktisat

Dr. Muhsin TOPRAK

İnsan davranışları, benliğin derinliklerine yerleşen, kimisi soyaçekim yoluyla, kimisi de sonradan kazanılmış bir takım nitelikler doğrultusunda tezahür eder. Benliği donatan bu nitelikler dile döküldüğünde, insan hakkında değer yargısı anlamı taşır. Bunlardan bir kısmı olumlu, diğer bir kısmı da olumsuzdur. İnsanın çeşitli davranışlarıyla ilişki kurularak tasnif edildiğinde, bunlar genellikle üçer kavram halinde ifade edilir. Bunlardan ikisi ifrat ve tefriti, üçüncüsü de vasatı belirler. İnsanın ekonomik davranışlarıyla ilgili olarak dile getirilen israf, cimrilik ve iktisat kavramları bunlardan bir grubu oluşturur.

İsraf ve cimrilik rezilet/düşüklük, iktisat da fazilet/erdem sayılan niteliklerdendir. İsraf, dengesiz harcamak, saçıp savurmak, amaçsız veya gayrimeşru bir gaye için harcama yapmak, meşru bir yerde harcanması gerekenden fazlasını harcamak, haddi aşmak anlamlarına gelir. Bu manayı karşılayan diğer bir Kur’ânî tabir de tebzirdir. Dilimizde buna savurganlık denir. Cimrilik ise ihtiyaçları karşılamak için yeterince harcama yapmayıp kaynakları saklamak ve/veya malı hayır yolunda sarf etmekten kaçınmaktır. Kur’an’da yer alan şuh kelimesi birinci anlamı, buhl kelimesi ise, ikinci anlamı karşılar. Harcamalarda israf ile cimrilik arasında orta bir yol tutmak ise iktisat olarak adlandırılır.

Allah’ın (c.c.) Hoşuna Gitmeyen İki Davranış:
İsraf ve Cimrilik
Ekonomik kaynakların dengesizce kullanılması anlamına gelen israf ve cimriliğin her ikisi de Allah’ın hoşuna gitmeyen davranışlardandır. Dünyayı bütün nimetleriyle istifademize sunan Yüce Rabbimiz (c.c.), insanın dünyevi kaynakları dengeli kullanmasını emrettiği gibi, haddi aşıp savurganlık yapmayı ve cimriliği de yasaklamış, hatta hem israf hem de cimrilik edenleri sevmediğini bildirmiştir.

A’raf suresinin 31. ayetinde “Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyrulmaktadır. Al-i İmran suresinin 180. ayetinde ise “Allah’ın kendilerine bir lütuf olarak verdiklerine cimrice sarılanlar bunun kendileri için hayır olduğunu sanmasınlar. Kıyamet gününde, sarfında cimrilik ettikleri şeyler onların boyunlarına takılacaktır” denilmek suretiyle mallarını Allah yolunda sarf etmekte cimrilik edenlerin ahiretteki perişan halleri resmedilmektedir. Yine bu anlamda Nisa suresinin 36. ayetinde anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yolcuya, kölelere infak emredilmekte, 37. ayette ise Allah’ın, cimrileri, başkalarına cimriliği emredenleri ve Allah’ın kendilerine bağışladığı nimetleri gizleyenleri sevmediği, kesin ve ağır bir dille vurgulanmaktadır.

İhtiyaçları Gidermede Kullanılacak Kaynak Miktarı
Beşeri ihtiyaçlar iktisatçıların dediği gibi sınırsız değildir. Dolayısıyla ihtiyaçların tatmininde sınırsız kaynak kullanmak da gerekmez. Sınırsız olanlar arzu ve ihtiraslardır. İnsanlar arzu ve ihtiraslarını tatmin için ihtiyaçları karşılayacak şeylerden fazlasını isterler. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu hakikati, “İnsanoğlunun bir vadi dolusu malı olsa ikincisini ister” (Müslim, Zekât, 117 ) hadisiyle anlatmıştır.

İhtiyaçların karşılanması için yeterli seviyede kaynak kullanmak, iktisat; yeterli seviyenin üstüne çıkmak israf; imkânı olduğu halde ihtiyaç tatmininde yeterli seviyenin altında kalmak da cimriliktir. Bu, ibadetler için sarf edilen kaynakların kullanımı bile olsa böyledir. Bunun en güzel örneğini, abdest konusunda Hz. Peygamber’in yaptığı uyarı oluşturur. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.s.) Sa’d’e (r.a.) uğradı. Sa’d bu esnada abdest alıyordu. Resûlullah (s.a.s.), onun suyu aşırı kullandığını görünce “Bu israf da nedir?” diye sordu. Sa’d de, “Abdestte de israf olur mu?” dediğinde, Hz. Peygamber (s.a.s), “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile” şeklinde cevap verdi.” (İbn Mâce, Tahare, 48) .

Ancak ihtiyaç denilince bundan sadece yeme, içme, giyme gibi şahsi ihtiyaçlar anlaşılmamalıdır. Dinî, millî, içtimaî, ailevî, meslekî temel görevlerin îfası için gerekli olan şeyler de bu ihtiyaç listesinin içine girer. İnsan bazen şahsi ihtiyaçlarını basit, ekonomik değeri düşük maddelerle karşılayabilecek iken, toplumsal kabuller, sosyal statüler gereği daha karmaşık, ekonomik yönden daha değerli maddeler kullanmak zorunda kalır. Bu ve benzeri durumlarda harcanan şeyler israf sayılmaz. Örneğin, insan basit ve ucuz kumaştan bir beze bürünmek suretiyle örtünebilir, bu bez örtünme ihtiyacını karşılayabilir. Ancak toplumsal kabuller, o topluma mensup insanların toplum içindeki yerlerine göre farklı giyinmelerini zorunlu kılar. Bu da fazladan kaynak harcamayı gerektirir ki, bu türden bir harcama israf kapsamında değerlendirilmez. Hatta örfün gerektirdiği şekilde ve sosyal statüye göre ihtiyacı karşılayacak özellikte giyinmemek cimrilik olarak mütalaa edilebilir. Bunun da ötesinde Allah’ın nimetlerini kulların kullanmaları O’nun hoşuna giden bir davranıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde “İsraf ve gösteriş olmaksızın yiyiniz, giyiniz, tasadduk ediniz. Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmekten hoşlanır” (Buhari, Libas, 1) buyurarak bu hakikati dile getirir.

Yalnız hem kişisel anlayışlar, hem sosyal statüler, hem de toplumsal kabuller nazar-ı dikkate alındığında, ihtiyaç tatmininde sınırları belirsiz, çok geniş bir alan ortaya çıkarıyor ki, bu da ihtiyaç olmayacak pek çok maddenin ihtiyaç olarak algılanabileceği ya da ihtiyacın giderilmesinde dengesiz harcama olabileceği endişesine yol açıyor. Yeterli seviyenin ne kadar olacağına karar verecek olan akıldır. Akıl, anlayan, kavrayan hüküm veren tarafımız olduğu için, neyin israf, ne kadarının cimrilik olduğuna o hükmeder. Dolayısıyla burada akıl hakem konumundadır. Ancak aklın çok keyfi ve bencilce hüküm verebileceğini göz önünde bulundurursak bunu kayıtlayıcı bir başka unsura daha ihtiyaç vardır ki bu da vicdandır. Bu durumda insana bazen ihtiyaç gibi görünen, fakat toplumsal durumlar göz önüne alındığında insan vicdanını rahatsız eden hususlar olabilir. Dolayısıyla aklın israf olmadığına hükmettiği bir konuda vicdan tereffühe/rahat yaşamaya izin vermez. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifi, vicdanın belirleyiciliğini ortaya koyar.

İnfakta İsraf Olur mu?
İnfak, Allah yolunda veya Allah’ın rızasını kazanmak için mal sarf etmektir. Peki, bunda da israf olur mu? İnsan ne kadar infak ederse israf etmiş olur? Kur’an-ı Kerim’de muhtelif ayetlerde bu konu üzerinde durulmuş ve kişinin, kendisini başkasına muhtaç duruma düşürecek miktarda mal sarf etmesi israf olarak nitelenmiştir. En’âm suresinin 141. ayetinde ekinleri ve meyveleri verenin Allah olduğundan bahisle “hasat gününde onlardan yiyin, fakirin hakkını da verin, israf etmeyin” deniliyor. Burada “israf etmeyin” sözü “vermekte israf etmeyin, yani aşırı gitmeyin” şeklinde tefsir edilmiştir. Bu hususla ilgili şöyle bir olay anlatılır ki, bu olay aynı zamanda ayetin nüzul sebebi olarak gösterilmiştir. Sabit b. Kays (r.a.) hasat zamanında insanları hurma bahçesine girip üründen almaları konusunda serbest bırakmış, fakat bütün meyveler toplandığı için de ailesine hiçbir şey kalmamıştır. Bu yüzden de ayet nazil olarak orta bir yolu tavsiye etmiştir.

İsrâ suresinin 26–27 ve 29. ayetlerinde, “Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa haklarını ver, ama saçıp savurma. Saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridir. Zaten şeytan da Rabbine karşı büyük bir nankörlük sergilemiştir. Ne ellerini bütün bütün boynuna bağlayıp kilitli tut, ne de sonuna kadar aç. Böyle yaparsan kınanan ve eli boş, açıkta kalan biri olup çıkarsın” buyruluyor. Bu ayette de açıkça infakta orta yol emrediliyor.

Furkan suresinin 67. ayetinde ise, infakta israf ve cimrilik etmeme müminlerin niteliği olarak gösteriliyor; ikisi arasında orta bir yol tutulması tavsiye ediliyor. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de “Sadakanın hayırlısı, kişiyi fakir/başkasına muhtaç duruma düşürmeyecek kadar olandır” (Buhârî, Zekât, 18) buyuruyor. Yine bununla ilgili olarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) malın tamamını tasadduk veya vasiyet etmeyi yasakladığı rivayet ediliyor (Buhârî, Vesâyâ, 2) .

İktisat Erdemi
İktisatlı yaşamak birkaç açıdan erdemdir. Birincisi; iktisatlı davranmak, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Zira Allah (c.c.), yaratmada öyle davranıyor ve biz buna uygun olarak kâinatta azami tasarruf prensibinin hâkim olduğunu görüyoruz. İkincisi; iktisat etmek nimetlere karşı bir hürmeti ifade eder, dolayısıyla manevi bir şükür ifadesi olur. İsraf ise bunun tam zıddına nimeti hafife almak anlamına gelir. Üçüncüsü; orta yol, insan hayatının her yönünde onun faydasına olan bir güvenlik şerididir, bu yüzden insanî erdemlerden sayılır. İnsan tavır ve davranışlarında orta bir mertebe tutturdu mu, sırat-ı müstakimi bulmuş ve pek çok tehlikelere karşı kendisini korumuş olur. İktisat da ekonomik kaynakların kullanımında orta yol olduğu için bu da bir erdemdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Bir kimsenin hayatında orta yolu tutması onun akıllılığındandır” ; “İktisat eden geçim sıkıntısı çekmez” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/447) (Buhari, Rikak, 18) ve kendisi de öyle yaşamıştır. Bir sahabi diyor ki, “Ben Resulullah’ın arkasında namaz kıldım. Onun namazı da orta, hutbesi de orta uzunluktaydı” (Müslim, Cuma, 41, 42) .

Ayrıca insan onurunun korunması hususunda da bu erdemin katkısı çok büyüktür. Bunu Bediüzzaman hazretleri tarihten bir kıssa ile şöyle anlatır: Bir zaman, cömertliğiyle ünlü Hâtem-i Tâî’ye, “Sen kendinden daha aziz birini tanıyor musun?” diye sormuşlar, o da, “Evet öyle birini tanıyorum, yaşlı bir adam. Misafirlerime hediyelerle birlikte ziyafet verdiğim bir gün, dışarı çıkmıştım, baktım ki yaşlı, fakir bir adam, dikenli çalı ve gevenleri sırtına yüklemiş, götürmeye çalışıyor. Hem de dikenler bedenine batıp kanatıyor. Ona dedim ki, “Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; üç-beş kuruşluk çalı yüküne bedel belki de beş yüz kuruşluk hediye alırsın.” O ihtiyar dedi ki, “Ben, bu dikenli yükü izzetimle çekerim, taşırım. Kimsenin minneti altına girmem.” İşte sahrada rast geldiğim o muktesid ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmerd gördüm.”

İktisatla Cimrilik Arasındaki Fark
İktisatlı davranmak bazen cimrilik olarak algılanmakta ve nitelenmektedir. İktisatlı davranmak cimrilik midir? Tabii ki iktisatla cimrilik farklı şeylerdir. Bediüzzaman Hazretleri bu ikisi arasındaki farkı şeklen birbirine benzeyen tevazu ile zillet, vakar ile kibir arasındaki farklılığı dile getirerek şu şekilde ortaya koyuyor: “İktisad ve hıssetin (cimrilik) çok farkı var. Tevâzu, nasılki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Ve vakar, nasılki kötü hasletlerden olan tekebbürden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Öyle de: Ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyyeden olan ve belki kâinattaki nizâm-ı hikmet-i İlâhiyenin medârlarından olan iktisad ise, sefillik ve bahillik ve tama’kârlık ve hırsın bir halitası (karışımı) olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız, sureten bir benzeyiş var.”

Üstad, iktisat ile cimrilik arasındaki bu farklılığı sahabe hayatından tarihi bir olay anlatarak da ortaya koyuyor: “Sahabenin abâdile-i seb’a-yı meşhuresinden olan Abdullah İbn-i Ömer Hazretleri ki: Halife-i Resûlullâh olan Fâruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (r.a.) en mühim ve büyük mahdumu ve sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zat-ı mübârek çarşı içinde, alış-verişte, kırk paralık bir mes’eleden, iktisad için ve ticaretin medârı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir sahabe ona bakmış. Rûy-i zemînin Halife-i Zîşanı olan Hazret-i Ömer’in mahdûmunun kırk para için münakaşasını âcib bir hısset tevehhüm ederek o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister. Baktı ki Hazret-i Abdullah hâne-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?” Her birisi dedi: “Bana bir altın verdi.” O sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde ikiyüz kuruşu kimseye sezdirmeden kemâl-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü, gitti, Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer’i gördü. Dedi: “Ya İmam! Bu müşkilimi hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.” Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisaddan ve kemâl-i akıldan ve alış-verişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadâkatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir; hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.”İmam-ı Azam, bu sırra işaret olarak, لاَ اِسْرَافَ فِى الْخَيْرِ كَمَا لاَ خَيْرَ فِى اْلاِسْرَافِ demiş. Yâni: “Hayırda ve ihsanda (fakat müstehak olanlara) israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.” hadisleriyle bu erdemi dile getirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) sadece ekonomik konularda değil, hayatın her alanında orta bir seviye tutturmayı tavsiye etmiş


Sonuç
İktisatlı yaşamak, vasatı ifade eden bir davranış biçimidir. İktisat, hem nimete karşı bir saygı, hem nimeti verene karşı bir şükür ifadesidir. Aynı zamanda insan onurunu koruyan bir erdemdir. Bu yüzden Allah’ın hoşuna gider. Ekonomik kaynakların kullanımında haddi aşmayı ifade eden israf ve savurganlıkla, kaynakların yeterince kullanılmayıp saklanması anlamına gelen cimrilik, Allah’ın sevmediği davranışlardandır. İnsan ihtiyaçlarını karşılarken kendisi için bir güvenlik şeridi olan orta yolu takip etmelidir. Neyin ihtiyaç olduğuna ve ihtiyaçlarını hangi miktarda bir kaynak kullanımıyla gidereceğine akıl ve vicdanıyla kendisi karar verecektir.


2 Şubat 2009 Pazartesi

Hayat Üzerine...

Risale-i Nur, 1. Mektup'tan...


Birinci Sual: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise, niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?


Elcevap: Hayattadır. Fakat merâtib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten, bazı ulema hayatında şüphe etmişler.


Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir.



İkinci tabaka-i hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazen, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde, ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, "makam-ı Hızır" tabir edilir. O makama gelen bir velî, Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat Bazen o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı Hızır telâkki olunur.



Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. "Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, şeriat-i Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek" meâlindeki hadisin sırrı şudur ki:



Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.



Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’ân’la, şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez.


Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve katîdir. Hattâ, Seyyidü’ş-Şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahu Anh, mükerrer vakıatla, kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş. Hattâ, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rüya, bazı şerâit ve emâratla, geçen hakikate bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.



Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet, mevt, tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ değildir. Hadsiz vakıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Zaten beka-i ruha dair Yirmi Dokuzuncu Söz, bu tabaka-i hayatı delâil-i katiye ile ispat etmiştir.


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı