10 Aralık 2007 Pazartesi

Mevlâna'da Aşk ve İlim

Hüseyin ÖZCAN

Çağının ve yaşadığı coğrafyanın sınırlarını aşan Mevlâna; sufi kimliğinin yanı sıra, âlim, şair ve mütefekkir bir şahsiyettir. O düşüncelerinin merkezine insanı ve ilahî aşkı yerleştirmiş, bütün dünya insanlığını muhatap alarak eserlerini meydana getirmiştir. Mevlâna’nın yaşadığı dönemden sekiz asır sonra bile düşüncelerinin rağbet bulmasında, eserlerinin günden güne artan ilgiyle okunmasındaki sebepler arasında ilim anlayışı ile aşka bakış açısının önemli bir yeri vardır.

Bugün Amerika’da Mevlâna’nın eserleri en çok satan kitaplar arasında yer almaktadır. Mevlâna ve Mevlevîlik Batılı aydınlar arasında da ilgiyle takip edilmekte ve olumlu etkiler uyandırmaktadır.

Mevlâna hakkında araştırma yapan bazı kişiler ona hümanist, filozof vb. birtakım sıfatlar ekleyerek onun gerçek kimliğini gözardı etmektedirler. Aslolan Mevlâna’nın iyi bir Müslüman olduğudur. Ondaki güzelliklerin kaynağı mensup olduğu İslâm dininden kaynaklanmaktadır. Ona eklenen hiçbir sıfat bu hakikati gölgelememelidir. Mevlâna’nın hayatta iken söylediği şu sözler kimliğini açıkça göstermektedir: “Canım bedenimde oldukça Kur’ân’ın kuluyum, Muhammed Mustafa’nın yolunun toprağıyım. Birisi, sözlerimden başka bir söz naklederse; ondan da şikâyetçiyim ben, bu sözden de şikâyetçiyim.”

Bu ifadelerde de açıkça görüldüğü gibi onun temel referans kaynakları Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemdir.

Mevlâna, Türk tasavvuf hayatının önemli ve etkili bir sufisidir. Onun tasavvufî görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynayan üç temel şahsiyet ve bu şahısların mensubu olduğu üç düşünce sistemi vardır. Bunlar: Muhyiddin Arabi - Vahdet-i vücud Mektebi, Necmeddin Kübra - Kübrevilik ile Melametilik; Şems-i Tebrizi - Kalenderilik’tir.

Yaşadığı devrin birtakım sosyal ve siyasî karışıklıkları karşısında Mevlâna her zaman huzur ve sükûnetin temsilcisi olmuş, halka ümit ve güven telkin etmiştir. Zamanında başka dinlerin mensuplarıyla da iyi diyaloglar kuran Mevlâna, onların gönüllerini fethetmesini bilmiştir. Eserleri incelendiğinde de herkese kucak açan, bu kuşatıcı bakış açısı görülmektedir.
Mevlâna ve Aşk
Kelime olarak aşk, sarmaşık demektir. Bir nesnenin bir nesneyi sarmasıdır. Maşuk da âşıkını sarmaşık gibi saracaktır. Bu sarış, âşığın maşukta yok olmasıyla son bulacaktır. Sarmaşık nasıl sarıldığı yeri kaplarsa, aşk da girdiği kalbi, daha doğrusu kalpten başlayarak insanın bütün vücudunu sarar. Aşk, her durum ve hâliyle kişiyi hakikate erdirir. Sevmenin ne olduğunu öğretir. Mevlâna’ya göre aşk, öyle bir kimyadır ki o ancak can madeninde bulunur. Aşk, varlığın en esaslı, en sırlı sebebidir.

Kudsî hadis olarak da ifade edilen bir beyanda Allah Teala Hz. Peygamber salllallahu aleyhi ve selleme: “Sen olmasan, sen olmasan; bu gökleri yaratmazdım.” şeklinde hitap eder. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, Allah celle celâlühün en sevgili kuludur, habibullahtır. Bu sebeple kâinatın mayasının aşk olduğunu söyleyebiliriz. Yine, kudsî hadis olarak aktarılan bir başka beyanda yer alan “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve halkı (âlemleri ve insanı) yarattım.” ifadesi de insanın yaratılmasındaki yegâne maksadın Allah’ı tanımak, sevmek ve kulluk etmek olduğunu açıkça anlatır. Mademki kâinatın yaratılışı ve devamı sevginin neticesidir, öyleyse her insan bu sonsuz sevgiden nasibini almalıdır. Bu düşünceden hareketle Mevlâna, her insanın bu sevgi dairesine dâhil olmasını hedefler. Ancak bu sevgi; yaratıcıyla, kâinatla ve insanlıkla bütünleşen, hiçbir zaman azalmayan ve zedelenmeyen hakiki bir sevgi olmalıdır. Tasavvufta “kesbî” olarak nitelenen bu sevgi; mecâzî veya beşerî aşk değil, “İlahî aşk”tır.

Mevlâna, tasavvufun tanımı için şöyle der: “Tasavvuf aşk ve vecdle ilahî vuslata erişmektir. Can ve beka âlemidir.” “Aşk ve vecd ile ilahî vuslata ermek” yani bu tanıma göre tasavvuf, seven ile sevilenin birleşerek tek vücut hâline gelmesidir. İki iken bir olmaktır. Tasavvufun özü aşktır. Tasavvuf coşkun bir aşk hâlidir. Mevlâna da tanımında bu hakikate işaret ediyor. Tasavvufî manada aşk ve vecd hâlini yani coşkunlukla Hakk’a ulaşmak olarak tanımlamıştır.

Mevlâna, “Aşk deliliktir biz delinin delisiyiz.” der. Aşk duygusu o kadar ulvî bir duygudur ki fâni varlık karşısında duyulan, hissedilen her şey bu merhalede teslimiyete ulaşacaktır. Artık kişi hakiki varlık karşısında sonunun mutlu bir şekilde biteceğini ümit ederek ilahî aşk yolunda yürümeye başlayacaktır. Yani Allah celle celâlühün tecellisi olan kul, kendi benliğinden sıyrılıp mutlak hakikatle birleşecektir.

Mevlâna, bu aşkın en son merhalesi için ise şöyle der; “Eğer benden başka senin gözlerinde sen kendi nakşını görürsen onu hayal bil, defet, sür gitsin. Bu aynı zamanda vahdet-i vücud yani vücut birliği, iki iken bir olma hâlidir. Mesnevi’de şöyle bir hikâye anlatılır: Birisi geldi sevgilinin kapısını çaldı. Sevgilisi “kimsin?” diye sordu. Kişi “benim” deyince “git” dedi. Şimdi zamanı değil burada ham kişinin yeri yok. Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir? İkiyüzlülükten kim kurtarabilir? O yoksul gitti tam bir yıl yollara düştü. Sevgilinin ayrılığı ile kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı. O yanmış yakılmış kişi pişti olgunlaştı. Geri geldi yine sevgilinin kapısına dayandı. Korku ve edeple kapının tokmağına dokundu. Sevgilisi “kapıdaki kim?” diye bağırdı. Adam “A gönüller alan, kapıdaki sensin!” dedi. Sevgilisi “Mademki bensin gel içeri gir; zira ev dar, iki kişi sığmıyor” dedi.

Mevlâna bu birlikteliği şu şekilde özetler: “Senin gözün gönlüme göz olunca bu görmeyen gönül göz kesildi. Gözün ta kendisi oldu.”Mevlâna’ya göre sözün menşei üçtür: nefis, akıl ve aşk. Nefisten gelen söz, bulanık ve tatsızdır. Aklın sözü, akıllılarca makbuldür ve birçok faydaların kaynağıdır. Aşkın sözü ise söyleyeni mest, dinleyeni kendinden geçirip neşelendirir.

Aşk ile tasavvufî mertebeler aşılacaktır: Mevlâna “Yedinci kat göğün üstüne çıkmak istiyorsan aşk, bir güzel merdivendir a oğul!” derken bu hakikate işaret eder. Allah celle celâlüh katında aşkın değeri çok üstündür. Mevlâna “Kıyamette namazları, oruçları, sadakaları getirip teraziye koyarlar. Fakat aşk teraziye sığmaz. Bu yüzden asıl olan aşktır ” der. Ayrıca herkesi âşık olmaya davet ederek “Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!” diyerek aşka meyli olmayanlara acımaktadır. Hâsılı, kâmil bir ubudiyet içinde olan kulun nihaî hedefi ilahî aşk olmalıdır. Aşk yolunun peygamber yolu olduğunu belirten Mevlâna, “Aşksız yaşama ki, ölü olmayasın; aşkla öl ki diri olasın.” sözleriyle bu manadaki aşkın kişiyi ölümsüzleştirdiğini ifade eder.

Mevlâna “İlahî aşk ateşi gelip de, kendinden başka ne varsa yakıp yandırırsa, işte o zaman gönlünde ne varsa, yanınca sevin, tatlı tatlı gül” sözleriyle aşkta esas olanın sevgiliden başkasını düşünmeme ve ilgilenmeme olduğunu anlatır. Aşkın varlığı, kalpte sevgiliden başkasını yakar ve yok eder. Aşkın aslı yok olma, kendi benliğinden geçmedir. Gerçek aşka ulaşanlar geçici aşklara meyletmezler. Hakiki aşk kalpteki diğer sevgilerin tamamını yok edecektir. Nitekim Kur'ân’da “Allah, hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır.” mealindeki ayetle de hakiki aşkta, kalbin mutlak sevgiliyle dopdolu olması gerektiği anlatılır.

Her güzelliğin kaynağını aşka bağlayan Mevlâna şöyle der: “Aşk olmayınca neşe ve sevinç artmaz. Aşksız olursa en güzel vücut bile salınamaz. Buluttan denize yüz damla düşer ama aşk harekete gelmedikçe hiçbiri sedefte inci olamaz. Dünyanın her parçası aşktır. Eğer gökyüzü âşık olmasaydı göğsü gönlü böyle saf lekesiz olur muydu? Eğer güneş de âşık olmasaydı onun yüzünde bir parıltı bu ışık olur muydu? Yeryüzü ve dağ âşık olmasalardı her ikisinin gönlünden bir ot bile bitmezdi. Eğer deniz aşktan habersiz olsaydı böyle dalgalanabilir miydi? Elbet bir yerde donar kalırdı.”Aşkın hayat verdiğini, gönülleri yumuşattığını söyleyen Mevlâna Celaleddin Rûmî, Divan’ında aşkla ilgili şunları söyler: “Âşıkların gönülleri ateşe benzer, bedenleri mangala. Aşk uçuşuna dünya dardır. Aşkla, taş yürekler bile yumuşar, yumuşar da gönül taş bile olsa mücevher kesilir. Aşk yüreklere hayat verir. Aşk atına bin, artık yolu düşünme çünkü aşk atı pek rahvandır.”

Aşkın bedeli sevgili uğruna canını verebilmektir. Mevlâna, “Aşka tutulan can derdine düşmez” der.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı