18 Eylül 2015 Cuma

İnsan Şahsiyetinin Gelişiminde Mâneviyat

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce

Günümüzde dünya çapında ekonomide, siyasette, inançta, ailede, eğitimde, kısacası birçok sahada ciddî bunalımlar yaşanmaktadır. Şüphesiz bu bunalımlar insan kaynaklıdır. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, yıllar alan uzun bir eğitim neticesinde ancak hayatta etkili ve rol sahibi bir fert olarak yer alabilmektedir. Her sahada bunalımlar yaşandığına göre, insana verilen eğitimde ciddi yanlışlıklar ve eksiklikler bulunmaktadır. Bilindiği gibi eğitim; aile, en geniş mânâsıyla çevre ve okul üçlüsünün eseridir. İnsan aldığı eğitim neticesinde bir şahsiyete sahip olur ve hayatta o şahsiyetiyle rolünü oynar. Durum böyle olunca insan şahsiyetinin nasıl oluştuğu, hangi evrelerden geçtiği, hangi konuların daha çok tesirli olduğu gibi meselelerin mercek altına alınması gerekir. Yazımızda insan şahsiyetinin oluşumunda en önemli tesire sahip olan, ancak uzun zamandır ciddi bir ihmale uğrayan mâneviyattan söz etmek istiyoruz. Ama önce şahsiyet kavramından ne anladığımızı bir nebze izah etmeliyiz.

Şahsiyet
Türkçede kişilik de denilen şahsiyet kavramı kısaca, insanları birbirinden ayıran, her insanın kendine has bedenî ve ruhî özelliklerinin bütünü şeklinde tarif edilebilir.1 İnsanın kişiliği, bir kısmını doğuştan getirdiği, bir kısmını sonradan edindiği duygu, algı, öğrenme, düşünme, yargı, dış görüntü, giyim biçimi, tutum ve davranış özellikleri, ahlâk ve inanç yapısı gibi unsurların bütününden oluşur.2 

İnsanın şahsiyetine değişik derecelerde eş zamanlı tesir eden faktörler dört ana başlık altında özetlenebilir. Fıtrat, çevre, tarih ve irade... Bu faktörlerin ilk üçü cebrî, yani kişinin istek ve iktidarı dışında gelişir ve kişiye tesir eder.

Cebrî faktörlerden birincisi olan fıtrat gelişip olgunlaşırken, mizaç, karakter, huy, ego (benlik) ve kişilik tabiî olarak inşa edilir. Fıtratın aslî unsurları içinde, ruh, akıl, kalb, nefis, vicdan, irade, şuuraltı, şuur, evham, vesvese, duygular, istekler, alışkanlıklar, bağımlılıklar yer alır. İnsan tabiatında iyilik, güzellik, adalet ve faziletin yanı sıra kötülük, zulüm, öfke-kin-nefret, haset, kıskançlık, cimrilik ve düşmanlık gibi menfi görünümlü duygular da bulunmaktadır.

İnsana cebrî olarak tesir eden ikinci faktör, içinde doğduğu sosyo-ekonomik ve kültürel sistemi belirleyen çevredir. Zamanın ruhunu yansıtan sosyo-ekonomik ve kültürel unsurlar, şuuraltının, karakterin ve egonun gelişmesine doğrudan tesir eder. İnsanî değerler ancak toplum içinde yeterince geliştiğinden, insan ‘sosyo-kültürel zaman diliminin (tasavvufî ifadesiyle vaktin) çocuğu’ olarak vasıflandırılmıştır.

Bir diğer unsur olan tarihten kasıt, insanın doğumundan itibaren şuuraltına kaydedilen yaşadığı tecrübeler ile soyundan ve çevresinden aktarılan ve hatıralarda kalan birikimlerin tamamıdır. Şuuraltı birikimleri kişiye göre değişen derecelerde şahsiyete tesir eder. Dolayısıyla insan, tarihi olan, bunun tesirinde düşünebilen ve karar veren bir varlık olduğundan, onu anlamaya çalışırken soyu ve geçmişi göz ardı edilemez.
İnsanın şahsiyetinin gelişiminde en önemli ve tesirli dördüncü unsur ise iradedir. Bir başka ifadeyle, iradî ve şuurlu tercih ve kararlarıdır. Zîrâ insan her an şuursuz veya şuurlu, otomatik veya iradî olarak tercih eden ve karar veren dinamik bir varlıktır.

Şahsiyeti oluşturan bu faktörlere bakıldığında hemen hepsinde mânevî bir yönün olduğu yani mâneviyatla irtibatlı oldukları görülür. Şüphesiz bu durum mâneviyatın bir ruh gibi insanı ilgilendiren her meseleyi etkileme karakterinden ileri gelmektedir. Onun için mâneviyat denilince geniş anlamıyla din akla gelir. Fakat maalesef çağdaş psikologlar dini ya hiç hesaba katmamakta veya çevre faktörü içerinde, ‘çaresizlik karşısında ortaya çıkan birtakım ibadetler ve yüce bir güce sığınma duygusunun sonucu oluşmuş kültürel bir unsur’ anlamını vererek, tesirini belli belirsiz bir konuma indirgemektedirler. Oysa din duygusu gereğine uygun bir şekilde tahlil edildiğinde bunun sadece sonradan öğrenilen veya çevreden edinilen birtakım ritüel ve duygulardan ibaret olmadığı, potansiyel olarak insanda var olduğu, hattâ insanın bu duygu ve ihtiyaç üzere yaratıldığı tespit edilebilir. Dinî yaşayışı duygular, düşünce ve tasavvurlar, ilgi ve eğilimler, istek ve idealler, hareket ve faaliyetler, ahlâkî ve estetik yönelişler gibi insanı tanımlayan bütün ruhî süreçler içerisinde görmek mümkündür.3

Din ve şahsiyet
Din, insan şahsiyetine tesiri açısından iki ana bölümde incelenebilir.
a. Yaratıcı tarafından insan inanma, ibadet etme, sonsuza kadar yaşama gibi duygularla teçhiz edilmiştir. Bu arada insana nefis, vicdan, kalb gibi mânevî mekanizmalar da verilmiştir. Diğer taraftan insan acelecilik, cimrilik, vefa, diğergâmlık, sevgi, nefret, saldırganlık, şehvet; mal ve evlâda düşkünlük, ihlâs, takva, cömertlik, tevazu gibi bir kısmı pozitif, bir kısmı negatif görünümlü duygularla da bezenmiştir. İnsan; aidiyet duygusu, bağlanma ve sığınma eğilimi, kutsallık ve güzellik duygusu, en yetkin varlık tasavvuru, hayatı anlamlandırma isteği, tabiatta cârî hâdiseler karşısında çaresizlik ve İlâhî yardım talebi, ölüm korkusu ve ölümsüzlük arzusu, hakikati arama hissi gibi hissî ve zihnî temele dayalı motivler de taşımaktadır.4 Bu duyguların doğru bir şekilde nasıl tatmin olacağı ve dengeleneceği de dinî prensiplerle tespit edilmiştir. Bütün isim ve sıfatlarıyla Allah’a ve sonsuz olan ölüm sonrası hayata inanmak, en geniş mânâsıyla zikir başta olmak üzere, ibadet etmek insanın temel mânevî ihtiyaçlarını fıtratına uygun bir şekilde karşılar. Verilen zıt duygu ve mekanizmaların dinen belirlenmiş sınırlar içerisinde dengeli yaşanması ve hayra yönlendirilmeleri neticesinde insanın olgunlaşacağı ve Cennet’e layık bir varlık olacağı düşüncesi, insanın kişiliğini olgunlaştıracak temel bir prensiptir.

b.İnsanın bütün aktiviteleri din nazarında bir değere sahiptir. Sosyal münasebetleri, geçmiş ve gelecek hakkındaki düşünceleri, aile içi davranışları, aldığı eğitimin metot ve gayesi, tabiatla ilişkisi ve tabii kaynakları kullanma sınırı, ölüme ve ölüm sonrasına bakışı gibi insanın bütün fiilleri hakkında dinin bir değerlendirmesi bulunmakta ve din bütün bunlara bazı prensipler koymaktadır. Din, insanın, temel ilkeler olarak da adlandırılan hakkaniyet, tutarlılık, dürüstlük, insan onuru, koşulsuz sevgi, sabır, yardım etme-destek olma ve yüreklendirme gibi değerlerin farkına varmasını da sağlar.5 Dolayısıyla birtakım insanlık değerlerinden bahsederken bunları dinî olan veya olmayan şeklinde ayırmak doğru değildir; çünkü din aslında ruh gibi insanın bütün hayatına karışmıştır. Öyle ise Yüce Yaratıcı’nın her an bizi gördüğünü (ki buna ihsan şuuru denir) ve yaptığımız her şeyin dinî bir değer taşıdığının altını çizmek gerekir. Evet, kişiliğe yeni boyutlar kazandıran din, insanda barış, ahenk ve itminan hissi, dünya ve benliğe ilişkin derin bir şuur hâli, ferdî hürriyet duygusu, iyimserlik, neşe ve mânevî haz, dış dünya ile açık bir iletişim, diğer insanlara karşı saygı ve şefkat hislerini ortaya çıkarır.6

Ferdin dinî tutum ve davranışlarındaki tutarlılık, onun şahsiyet özeliklerini veya benlik değerlerini etkiler. Bunun aksi, yani insanın şahsiyet özelliklerinin onun dinî tutum ve davranışlarını etkilemesi de tabiîdir. Çünkü kişi ancak şahsiyet yapısının elverdiği ölçüde dindar olabilir. Başka bir deyişle, kişilerin karakter ve şahsiyet yapılarındaki farklılıklara göre dindarlıklarında yani dinî duygu ve düşüncelerinde ve dinî tecrübelerinde farklılık olacaktır.7 Yani dindarlık ile kişilik arasındaki münasebet karşılıklı ilişkidir. Din kişiliğin yapı kazanmasını, bu yapının tek bir merkez etrafında toplanmasını sağlarken, kişilik de kendi kapasitesi ölçüsünde dinin hayata mal edilmesine imkân verecektir.8 Kısacası inanç, ahlâk ve ibadetten oluşan mâneviyat ya da din, kişiliğin oluşmasında ve dengeli olmasında ihmal edilmeyecek en önemli faktördür. Yazımızın sonunda iki konuya değinmek istiyoruz:

Bilimsel metot ve şahsiyet
Ana konularından birisi şahsiyet olan psikoloji ilmi bilindiği gibi tabiat ilimlerine uygulanan metodu benimsemiş bulunmaktadır. Durum böyle olunca, çağdaş psikologlara göre şahsiyet hemen bütünüyle çevrenin unsurları olan biyolojik, sosyal ve kültürel faktörlerin tesiriyle oluşur. Bu kadar dar çerçeveye sıkıştırılan insan diğer canlılardan sadece biraz daha gelişmiş sıradan bir varlık olacaktır. Oysa insan çok daha kompleks yaratılmış ve yaratılış gayesi de çok daha ulvîdir. Zannediyorum psikoloji ve psikiyatri ilimlerinin psikolojik rahatsızlıkları tedavide, diğer hastalıkların tedavisi seviyesinde başarılı olamamasının altında yatan temel sebep, insana olan bu eksik bakış açısıdır. İnsan şahsiyetinin ana temellerinden olan mâneviyatı yok sayarak onu anlamak ve psikolojik rahatsızlıklarına doğru teşhis koymak nasıl mümkün olabilir? İşin bir başka veçhesi de şudur: Maddî açıdan her insan farklıdır; tek yumurta ikizlerinde bile fizikî farklar ve bu fizikî farklılığa bağlı olarak psikolojik farklar olduğu bilinmektedir. Onun için tıp doktorları insandaki bu farklılığı dile getirmek için ‘hastalık yok hasta var’ demektedirler. Zîrâ her insanın organ ve sinirleri ile bu organların salgıları ve sinirlerin motivleri farklıdır. Mânevî açıdan bu farkın çok daha derin olduğu ise tartışmasızdır. Farklılığın boyutu bu dereceye varınca, gözlenebilen, lâboratuvar ortamında tekrarlanabilir, aynı şartlar altında aynı neticeleri doğuran şeye bilgi diyen, bu şartları taşımayan hususları incelemeyen bilimsel metot, şahsiyeti nasıl inceleyecek veya psikoloji sadece bu metotla nasıl insanı gereğine uygun tanıyacak, inceleyecek ve dertlerine çare bulacak?

Kişisel gelişim ve şahsiyet
Son yıllarda bütün dünyada, ama daha çok gelişmiş Batı ülkelerinde ‘kişisel gelişim’ adı altına eserler kaleme alınmakta, televizyon programları yapılmakta, internet siteleri açılmakta ve seminerler verilmektedir. Bu işi yapanların bir kısmı mesleklerini bilimsel metotlarla icra eden eğitimli psikologlar olmakla birlikte, çoklarının hangi mesleğe sahip oldukları ve ne tür bir eğitim aldıkları bilinmemektedir. Ayrıca söyledikleri hususların hangi alan araştırmasının neticeleri olduğu, hangi bilimsel kurullar tarafından test edilerek onaylandıkları da meçhuldür. Aslında ne böyle bir alan araştırması mevcuttur ne de bilim kurulu…

Günümüzde insanların büyük bir bölümü, dünyada yaşanan kaos, kargaşa, kavga, sıkıntı, çekişme, samimiyetsizlik, bencillik, koşuşturma ve yalancılıktan uzaklaşmanın/kurtulmanın; huzur, güven ve barış içinde bir hayat yaşamanın yollarını aramaktadır. Huzurun içe ait, ruh dünyasını ilgilendiren, mânevî ve psikolojik bir inanç ve deneyim olduğu; maddî imkân, iktidar, fizikî güç ve güzellik, hattâ ilim ve sanatla elde edilemediği anlaşıldıkça insanlar, değişik alternatifler aramaya koyulmakta ve çareler aramaktadırlar. Bu arayış neticesi karşılaşılan organizasyonların bir kısmının önü alınmaz ve kitlelerin ihtiyacı doğru olanla giderilmezse içtimâî felaketlere düşmek bile mümkündür.
Bu arada işin hem siyasî, hem ekonomik, hem de dinî boyutu gündeme gelmektedir. Kısacası sosyal ve inanç çevremiz ciddi bir şekilde değişmekle kalmamakta, nereye varacağı kestirilemeyen bir kaosa doğru adeta sürüklenmektedir.

Huzur/mutluluk başlı başına talip olunan bir değer olduğundan istismar edilmesi de kolaydır. Onun için de huzur vadeden hemen her düşünce ve pratik ilgi odağı olmaktadır. Belki de ilginin arttırılması için daha çok huzur ve benzeri kavramlar kullanılmakta ve istismar edilmektedir. Meselâ toplumda birileri tarafından şuurlu bir şekilde yaygınlaştırılmak istenen yoga ve meditasyon gibi inanç ve pratikler, geçici ve sınırlı bir rahatlık sağlasalar da, insan gönlünün ihtiyaçlarını karşılayamaz ve katiyen onun ebedî taleplerine karşılık veremezler. Aksine, bir süre sonra insanlarda kapanması zor ve daha büyük boşluklar açar, ruhî boşalmalara sebebiyet verir, iyileşmesi adeta imkânsız yaralar hâsıl ederler. Konumuzla ilgisine gelince, bu akım ve faaliyetlerin insan şahsiyetini olumsuz etkileme ve onu uzun vadede adeta şahsiyetsiz bir hâle getirme tehlikesi bulunmaktadır.

Diğer taraftan bugün kimi kişilere çekici gelen akımların hemen bütünü, çok eski çağlarda yaşanmış ve tarihe karışmış öğreti, düşünce, medeniyet ve geleneklere dayanmaktadır. Hattâ cazip olmalarının bir sebebi de sık sık bu yönlerine vurgu yapmalarıdır. Kimi Atlanta gibi eski medeniyetleri tekrar kurmakla görevli olduklarını söylemekte,9 kimisi de Amon, Babil, Mu, Maya, Eski Mısır... gibi medeniyetlerden söz ederek o dönemde yaşanan bazı pratiklerin ve o gün insanlığın içinde bulunduğu durum gereği gelişen, çoğu gizli kadîm ilimlerin günümüze taşınabileceğini söylemektedir. Oysa sözü edilen medeniyetlerin yaşandığı ortam ciddi şekilde değişmiş ve insanlığın ruhî, kültürel ve zihnî kazanımları o günlerle kıyaslanmayacak derecede ilerlemiştir. İlâhî kaynaklı gerçek din açısından da durum farklı değildir. Özellikle Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlikle görevlendirilmesinden sonra insan hayatında birçok şey değişmiştir. Meselâ din, insanların mânevî ihtiyaçlarını karşılamada eski hiçbir öğreti, pratik ve düşünceye gerek olmayacak şekilde kemâle ermiş; hem yaşanmış hem de âyet ve sahih sünnetle kayıt altına alınmıştır. Yüce Allah, “Bugün size dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve din olarak size İslâm’ı beğendim” (Maide, 5/3) buyururken Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu âyetin bir yönünü şöyle tefsir etmiştir: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”10 Öyle ise, özellikle ahlâkî ve mânevî açıdan eskiye ihtiyaç olmayacak şekilde din tamamlandığından sahih dinin dışında kalan farklı organizasyonlardan medet ummak insanlığı oyalamaktan öteye geçmeyecektir.

Netice
Ebediyet için yaratılmış ve Yaratan’ını zikretmek ve O’na ibadet etmekle ancak huzur bulacak insanın şahsiyeti birçok unsurdan oluşan bir yapı arz etmektedir. En geniş mânâsıyla mâneviyat bu unsurların başında gelmektedir. Modern psikolojinin mâneviyatı aslına uygun anlaması ve onu incelemeye uygun bilimsel metotlarla araştırması gereklidir. Aksi takdirde insanın eksik anlaşılmasına ve şahsiyet açısından insanlığından uzaklaştıracak akımlara kapılmasına, neticede de onulmaz hastalıklara duçar olmasına meydan verilmiş olacaktır. Günümüzde dünya çapında yaşanan bunalımların sebepleri arasında insan şahsiyetinin bu unsurunun ihmale uğraması birinci sırada yer almaktadır kanaatindeyiz.

*Celal Bayar Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi


Dipnotlar

1. Peker, Din Psikolojisi, Sönmez Yay., Samsun, 1993, 83.
2. Koptagel, Tıpsal Psikoloji, Beta Yay., İst., 1984, 275.
3. Hökelekli, Din Psikolojisi, T.D.V. Yay., Ank., 2001, 7.
4. Kasapoğlu, Kur’ân’da İman Psikolojisi, Yalnızkurt Yay., İst., 1997, 26.
5. Özdoğan, Dindarlıkla İlgili Bazı Faktörlerin Kendini Gerçekleştirme Düzeyine Etkisi, Araştırma Dergisi, Sa. 2, Ank., 1997, 113.
6. Yaparel, Yirmi-Kırk Yaşlar Arası Kişilerde Dinî Hayat İle Psiko-sosyal Uyum Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ank., 1987, 29.
7. Uysal, Din Psikolojisi Açısından Dini Tutum Davranış Ve Şahsiyet Özellikleri, MÜİFAV Yay., İst., 1996, 85.
8. Hökelekli, Gençlik, Din Ve Değerler Psikolojisi, Ankara Okulu Yay., Ank., 2002, 90.
9. Aksiyon Dergisi, 30 Mart 2002, sayı: 382.
10. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 38.


Kaynaklar
AHMET b. Hanbel, Müsned, Kahire, 1956.
ARDOĞAN, Recep, Kur’ân ve İnsan Psikolojisi, İlkadım Yay., Ank., 1998.
BAYRAKDAR, Mehmet, İslam İbadet Fenomenolojisi, Akçağ Yay., Ank., 1987.
C. G. Jung, Keşfedilmemiş Benlik, İlhan Yayınları, İst. 1999.
DERVEZE, İzzet, et-Tefsîru’l-Hadis, II. Baskı, Çev: Ş. Karataş, Ekin Yay., İst., 1998.
HEWİTT, James, Meditasyon, İst. 2000.
HÖKELEKLİ, Hayati, Din Psikolojisi, T.D.V. Yay., Ank., 2001.
HÖKELEKLİ, Hayati, Gençlik, Din Ve Değerler Psikolojisi, Ankara Okulu Yay., Ank., 2002.
--- Çocuk, Genç, Aile Psikolojisi ve Din, Dem Yay., İst. 2009.
John Nuttal, Ahlak Üzerine Tartışmalar, İst. 1997.
KASAPOĞLU, Abdurrahman, Kur’ân’da İman Psikolojisi, Yalnızkurt Yay., İst., 1997.
KOPTAGEL- İLAL, Günsel, Tıpsal Psikoloji, Beta Yay., İst., 1984.
ÖZDOĞAN, Öznur, Dindarlıkla İlgili Bazı Faktörlerin Kendini Gerçekleştirme Düzeyine Etkisi, Araştırma Dergisi, Sa. 2, Ank., 1997.
PAZARLI, Osman, Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İst., 1982.
PEKER, Hüseyin, Din Psikolojisi, Sönmez Yay., Samsun, 1993.
ŞENTÜRK, Habil, Din Psikolojisi, Esra Yay., İst., 1997.
ŞENTÜRK, Habil, İbadetin Mahiyeti Ve Şahsiyet Gelişmesindeki Fonksiyonu, DEÜİFD, II, İzmir, 1985.
UYSAL, Veysel, Din Psikolojisi Açısından Dini Tutum Davranış Ve Şahsiyet Özellikleri, MÜİFAV Yay., İst., 1996.
UYSAL, Veysel, Psiko-Sosyal Açıdan Oruç, Ank., 1994.
YAPAREL, Recep, Yirmi-Kırk Yaşlar Arası Kişilerde Dini Hayat İle Psiko-sosyal Uyum Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ank., 1987.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı