22 Ocak 2010 Cuma

Kur'ân'ın Hz. Peygamber'in Sünnetine Verdiği Değer

Prof. Dr. Mevlüt Güngör


İslam’ın temel kaynağı olan Kur’ân’da Yüce Allah, Hz. Peygamber’i ve O'nun sünnetini çok müstesna bir yere oturtmakta ve O'na itaati kendisine olan itaatle bir tutmaktadır (Nisa 4/80). Ancak şunu da belirtmek gerekir ki bağlayıcılık açısından sünnetin tamamı aynı seviyede değildir. Çünkü sünnetin de kendi içinde tasnifi söz konusudur. Hz. Peygamber’in uygulamaları arasında bağlayıcılık açısından farz, vacip, haram ve mekruh olanlar olduğu gibi müstehab, mendub ve mübah derecesinde olanlar da vardır. Aynı durum Kur’ân için de söz konusudur.


Sünnete kaşı genel bir kayıtsızlık ve umursamazlık içinde olanları bu tavra iten önemli sebeplerden birisi de bunlardan bazılarının sünneti ve hadisleri tamamen vahiy dışı olarak görmeleridir. Halbuki sünnetin bir bölümü de vahiy kaynaklıdır. Kaldı ki, Rasûlullah’ın vahiy kaynaklı olmayan söz, fiil ve takrirleri de ilahî kontrolden geçmiştir. Yani onun hataları -diğer insanlarda olfduğu gibi- düzeltilmeden yüzüstü bırakılmamıştır. Biz Peygamber’in masumluğunu da zaten böyle anlıyoruz. Nitekim O'nun en küçük hataları bile bizzat Kur’ân âyetleri ile düzeltilmiştir. O'nun diğer insanlardan farkı da iştef bu noktadadır. O'nun hatalarının yüzüstü bırakıldığını kabul etmek, dinin bize bazı yanlış ve eksikliklerle ulaştırılmış olmasını da kabul etmek demektir ki, o zaman bu tebliğe “belâğun mübin” “apaçık tebliğ” demek mümkün değildir. İşte bu sebeple sünnetin dindeki değerini ortaya koyan unsurlardan birisi de hepsinin olmasa da bir bölümünün vahiy mahsulü olmasıdır.


Kur’ân’a baktığımız zaman vahyin sadece peygamberlere gönderilen ilahî bir kitapla sınırlandırılmadığına, Hz. Peygamber’e Kur’ân dışında da vahiy verildiğine işaret eden pek çok âyet görmekteyiz.


Kur’ân’da, Hz. Peygamber’e ve diğer bazı peygamberlere kendilerine verilen Kitaplar'ın yanında bir de “hikmet”in verildiği ifade edilmektedir.


“Allah Sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve Sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın Sana olan lütfu cidden büyük olmuştur.” (Nisa 4/113).


Hz. Peygamber elbette kendisine indirildiği belirtilen Kitapla birlikte bu hikmeti de ümmetine tebliğ etmiştir. Nitekim Bakara sûresinde şöyle buyrulur: “Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitap ve hikmeti ve bilmediklerini öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara 2/151).


Bu ve benzeri âyetlerde Kitap’a ilave olarak Hz. Peygamber’e verildiği zikredilen bu “hikmet” alimlerce genelde Allah’ın elçisine verilen “sünnet” olarak tefsir edilmiştir. Mesela bunlardan İmam-ı Şafiî bu görüşünü şöyle dile getirir:


“Allah (burada) önce Kitap’ı -ki ondan maksat Kur’ân’dır- ardından da “hikmet”i zikretmiştir. Kur’ân ilimleri sahasında ehliyetlerinden emin olduğum kişilerden işittim ki, buradaki “hikmet”ten kasıt, Rasûlullah’ın sünnetidir. Çünkü önce Kur’ân zikredilmiş peşinden ayrı olarak “hikmet” eklenmiştir.”


Evzaî (ö. 157/774) de, Hasan b. Atıyye’nin “Cibril, Kur’ân’ı indirdiği gibi, sünneti de Peygamber’e getiriyordu.” dediğini nakleder. Hz. Peygamber’in Kur’ân dışında da Yüce Allah’tan vahiy aldığını gösteren delillerden birisi de hiç şüphesiz O'na Kur’ân’ı tebliğ görevi yanında bir de Kur’ân’ı açıklama görev ve yetkisinin verilmiş olmasıdır. O bu görevi elbette sadece kendi şahsi bilgi ve içtihadıyla değil, Yüce Allah’tan aldığı ilave bilgilerle yapacaktır:


“Sana bu Zikri (Kur’ân’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve ta ki onlar da düşünüp öğüt alsınlar.” (Nahl 16/44).


Yüce Allah Hz. Peygamber’e izaha muhtaç Kur’ân âyetlerini açıklama yetkisini verdiği gibi, O'nun hakemliğinin ve verdiği hükümlerin kabulünü de vurgulu bir şekilde öngörmüştür. Hz. Peygamber elbette bu görevini yerine getirirken hem Kur’ân’a orada yoksa Kur’ân dışı aldığı bilgilere orada da bulunamazsa kendi içtihadına göre verecektir.


Bu durumda Hz. Peygamber’in sadece Kur’ân’da mevcut hükümlerle kayıtlı olmaksızın genel hüküm koyabilme yetkisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim O bazı konularda önce vahiy beklemiş, gelmeyince kendi içtihadına göre veya Kur’ân dışında aldığı vahiy ile hüküm vermiştir. O'nun bu hükümleri hiç şüphesiz vahyin kontrolü altındaydı. Bu sebeple zaten büyük hatalar yapması düşünülemeyecek olan Hz. Peygamber’in küçük bazı hataları bile vahiy tarafından düzeltiliyordu. Bu bakımdan onun her türlü hükmü bir nevi vahyin tasdikinden geçmiş hükümler oluyordu.


Hz. Peygamber’in hüküm verme yetkisini ifade eden âyetlerden birisinde şöyle buyrulmaktadır:


“Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde Seni hakem yapıp, sonra da Senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olamazlar.” (Nisa 4/65).


Hz. Peygamber hüküm verirken bazen doğrudan doğruya bir âyete dayanmış, bazen Kur’ân dışı bir vahye istinad etmiş, bazen de dinin ruhuna en iyi hakim olan birisi olarak kendi içtihadıyla hareket etmiştir. Ama her halükarda elbette onun peygamberlik görevi ile ilgili bütün tasarrufları ilahî kontrolden geçmiştir.


Hz. Peygamber’in Kur’ân’da olmayan hususlarda verdiği hükümlere örnek olarak beş vakit namazın zamanı, rekatları, nasıl kılınacağı, vitir namazının vacip oluşu, orucu bozan ve bozmayan şeyler, kimlere zekatın farz olduğu ve miktarı, içki içmenin cezası, hırsızın hangi miktarda hırsızlık yaparsa cezalandırılabileceği, hayızlı kadının namaz kılmaması, oruç tutmaması, büyük annenin mirası gibi konular sayılabilir.


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı