4 Haziran 2010 Cuma

Kur'ân'ın Mânevî Bir Tefsiri Mesnevi

Doç. Dr. Hüseyin Güllüce
Atatürk Üniv. İlâhiyat Fak. Öğrtm. Üyesi.



Hicrî 604-672, Miladî 1207-1273 yılları arasında yaşayıp, 66 yaşında sevgili Mevlâ’sına kavuşan, bu sene itibariyle vefatının 737. yıl dönümü münasebetiyle andığımız Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, İslâm güneşinin insanlık semasını aydınlatmaya devam ettiği 1400 seneyi aşkın zamandan beri, aynı semanın en parlak yıldızlarından biri olmuş ve olmaya devam etmektedir.

İnsanlık tarihinin mânen en karanlık dönemlerinden birini yaşadığımız bu günlerde de ışığını Kur’ân ve Allah Resulü’nden alan Mevlânâ, yolumuzu bulmak için bütün parlaklığıyla bizlere rehberlik etmekte, yolumuzu aydınlatmaktadır.

Mevlânâ’nın dün olduğu gibi bugün de bize en çok ışık saçtığı ve rehberlik ettiği eseri dünya klâsiklerinin en önemlilerinden biri olan Mesnevî-i Mânevî’dir. Mesnevî’ye bu değeri kazandıran özellik ise elbette ki onun sönmeyen mânevî bir güneş olan Kur’ân-ı Kerîm’in ve yine mânevî bir dolunay olan Hz. Peygamber’in değerli sözlerinin tefsiri ve izahı olması ve ışığını onlardan almasıdır. Mesnevî şarihlerinden İsmail Ankaravî, Mesnevî’ye yazdığı Şerhi’nin başında şöyle demektedir: “Mesnevî kitabını Kur’ân tefsîrleriyle, nebevî hadîslerden meydana gelen iki denizin birleştiği bir yer (mecma’u’l-bahreyn) yapan Allah’a hamdolsun.”2

İyi bir Mesnevî uzmanı olan Ankaravî’nin bu sözlerinin mânâsı şudur: Mesnevî, Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’in bir tefsîri ve hadîs-i şerîflerin bir şerhi mahiyetindedir. Ancak, Mesnevî’nin asıl yazılış gayesi; müritler ve hak yolcuları için bir rehber ve irşâd kitabı olması nedeniyle, bilinen ve müteâref tefsîr kitaplarından ve hadîs şerhlerinden farkı vardır.

Mesnevî’ye “Mağz-ı Kur’ân” (Kur’ân’ın özü) de denilmiştir.3 Bu söz Mesnevî için tâ yazıldığı yüzyıldan beri söylenegelmiştir. Bu sözün mânâsını, asrımızın ilim adamlarından Ali Nihat Tarlan şöyle açıklamaktadır: “Mesnevî’ye “Mağz-ı Kur’ân”, yani “Kur’ân’ın içi ve özü” derler. Eğer böyle bir teşbîhe cevâz verilirse, Kur’ân bir gül bahçesi, Mesnevî ise gülyağıdır. Gülyağında gülün şekli, zerâfeti, harikulâde tenâsüp ve âhengi yoktur. Fakat onun rûhu vardır. Birincisi Allah, ikincisi kul işidir. Gül şekil ile rûhtur. Gülyağı yalnız rûhtur. Bir kaç damla gülyağında bir gülistan mucizesini görebilecek gözler, onun üzerine eğilebilirler.”4

Mesnevî’yi baştan sona, kendi vezninde, manzûm olarak Sultan Ahmed zamanında Osmanlıcaya çeviren Süleyman Nahîfî ise: “Hz. Mevlânâ’nın bu güzel Mesnevî’si, ilim esnafının tahkîk madenidir. Mesnevî beğenilen bir güzeldir. Bîbedeldir, güzeldir, sevgilidir. Lakin herkese cemâlini arz etmez. Sohbetinin mahremleri, hâl sahipleridir. Cahiller onun güzelliğini, cemâlini inkâr edicidirler. Vâsıllarsa, hüsnünün şevkinden nasiplenmişlerdir.”5 derken, Mesnevî’yi anlamak, ondan faydalanmak için hâl sahibi olmanın gerektiğini belirtmek istemiştir. Yine Mesnevî uzmanlarından Cevrî Dede de Mesnevî hakkında,

“Kitâb-ı Mesnevî kim, nüsha-i ilm-i hakîkattir.
O kim, mânâsını idrâk eder, sahib-i kerâmettir.
Serâpâ şerh-i remz-i nükte-i mânâ-i Kur’ân’dır.

Beyan eyler usûl-i dini, her beyti bir âyettir.”6 demekte; Mesnevî’deki beyitlerin gerçek mânâlarını anlama hususunda ise şunları söylemektedir:

“Ne Kâşânî bilir, te’vîl ve mânâsın ne Cürcânî
Eğer ki, onların her biri, bir sâhib-i fazîlettir.
Meğer feyz erişe Mollâ Celâleddîn-i Rûmî’den
Ki, zira ol edîb-i âlim gayb-ı hüviyyettir.”7

Bediüzzaman Said Nursî de Mesnevî’nin tefsîr kitapları içindeki yerini şöyle belirtir: “Selef-i Sâlihîn’in bıraktığı kudsî tefsîrler iki kısımdır: Bir kısmı, ahkâma dair tefsîrlerdir. Diğer bir kısmı da âyât-ı Kur’âniyyenin hikmetlerini ve iman hakikatlerini tefsîr ve izah ederler. Selef-i sâlihinin bu türlü tefsîrleri çoktur, hususen Gavs-ı A’zam Şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâlî, Muhyiddîn-i Arabî, İmam-ı Rabbânî gibi zevât-ı kirâmın eserleri bu kısım tefsîrlerdir. Bilhassa Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri’nin Mesnevî-i Şerîfi de bu tarz bir nev’i mânevî tefsîrdir.”8

Mevlânâ, Mesnevî’nin mukaddimesinde, bu eserini “Keşşâfu’l-Kur’ân” yani “Kur’ân’ın mânâsını keşfedip açıklayan bir kitap” olarak tavsif etmektedir. Bunu demesinin sebebi şudur: Mesnevî, diğer tefsirlere nazaran daha çok Kur’ân’ın asıl maksadını açıklamakta ve izah etmektedir. Kur’ân’ın asıl maksadı ise insana hakikatini haber vermek ve onun nereden gelip nereye gitmekte olduğunu bildirerek, bu duruma uygun hareket etmesini sağlamaktır.

Kur’ân-Mesnevî münasebetine dair bizzat Mevlânâ şöyle bir karşılaştırma yapar: “Şunu bilmek lâzımdır ki, Kur’ân, güzel yüzlü, latif sözlü, türlü elbise ve ziynetlerle süslenmiş, hatadan ve kusurdan hâlî, şek ve şüpheden arı duru bir gelin gibidir. Fakat gayret ve ibret peçesi altında gizli kalmıştır. Nitekim buyurmuşlardır ki: ‘Kur’ân gelini, yüzündeki peçeyi, iman başkentini (kalbi) kavgadan, gürültüden (mâsivâdan) temizlenmiş, sakin gördüğü vakit açar.’ Bizim Mesnevîmiz de böyle manevî bir dilberdir. (...)”9

Mesnevî’yi anlayabilmek için ise şu hususların gereğini vurgular: “Mesnevî’nin nurlarla dolu sırlarını ve inceliklerini anlamak (ve onda geçen) âyetlerin, hadîslerin mânâlarını, hikâyelerinin tertibini, aralarındaki münasebetleri kavramak için, büyük bir itikad, devamlı bir aşk, tam bir istikamet, selim bir kalb, son derece keskin bir zekâ ve anlayış ile birçok muhtelif ilimleri bilmek lâzımdır ki, onun içinde insan seyredebilsin ve onun sırrının sırrına ulaşabilsin. Eğer kişi sâdık bir âşıksa, bu vasıtalar olmadan da Mesnevî’yi anlamak hususunda, aşkı ona kılavuzluk edebilir ve bir menzile erişebilir. Allah, başarı sağlayıcı, doğru yolu gösterici, insanların yardımcısı ve idarecisidir.”10

Osmanlı döneminin son edebiyat tarihçilerinden Nihat Sami Banarlı, bu hususta şu açıklamayı yapar: “Mesnevî’yi, Kur’ân-ı Kerîm’in şiir ve hikâye sanatı ile ve Mevlânâ tarzı bir duygu ve düşünce üslûbuyla ifadelenmiş, manzûm tefsîri diye karşılamak mümkündür. Mevlânâ, Mesnevî vasıtasıyla öğrettiği Allah’a varma yollarını Kur’ân’dan âyetler getirerek, Hz. Muhammed’den hadîsler hatırlatarak ve bunları derin anlayışlarla açıklayarak tanıtmak sevgisindedir.”11

Bu bahsedilenlere hem bir delil hem de birkaç örnek teşkil etmesi bakımından Mesnevi’de geçen âyet tefsirlerinden şunları gösterebiliriz:

1. “Ve düşün ki, Rabbin, Meleklere: ‘Ben yeryüzünde muhakkak bir halîfe yaratacağım’12 dediği vakit melekler: ‘Biz hamdederek Sen’i tesbih ve takdis edip dururken, orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın?’ dediler. Allah da ‘Şüphesiz ki ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim.’ dedi.” (Bakara, 2/30)

Mevlânâ, Yüce Allah’ın insanı kendisine halîfe yapmasının hikmetini, insanın Allah’a tam bir mazhar/meclâ oluşu ile açıklamakta ve bu halîfeliğin yeryüzündeki seyrini şöyle anlatmaktadır:

“Cenâb-ı Hak, kemal sırrına ayna olmak üzere, bir gönül sahibini halîfe edindi. Ona hadsiz hesapsız safâlar ihsan etti. Sonra da ona zulmetten bir zıt yarattı. Siyah ve beyaz iki bayrak yaptı. Biri Âdem’di, biri yol kesen İblis. Bu iki asker arasında nice meşhur savaşlar oldu. İkinci devrede Hâbil idi. Onun temiz nurunun zıddı Kâbil’di. Böylece bu iki adalet ve cevr bayrağı, devir devir Nemrud’a kadar vâsıl oldu. O, İbrahim’in zıddı ve hasmı oldu. İki asker, birbirine düşman kesilip çarpıştılar. Savaşın uzamasından hoşlanmayınca iki hasmın arasını ateş ayırdı. O ikinin müşkili halledilsin diye ateş, hem hakem, hem de hizmetkâr oldu. Devir devir, asır asır bu iki bölük, ta Firavunla Mûsâ’ya kadar, nice yıl aralarında savaştılar. Haddi geçip usanç artınca, Cenâb-ı Hak, hak kimindir belli olsun diye deniz suyunu hakem yaptı. Böylece Mustafa (sas)’nın mübarek devrine kadar devam etti. O’na da Ebu Cehl, cefaya kalkıştı.”13

2. Mevlânâ’nın eserlerinde âyetler, birçok tefsir metodunun birlikte kullanılması ile açıklanıldığı gibi, bir veya iki metot ile de tefsir edilmektedir. Meselâ gelecekteki âyetlerin tefsiri dirayet ve işârî tefsir metotlarının bir arada kullanılması ile yapılmıştır.
“Ey örtünen! Gecenin birazı hariç olmak üzere kalk! Gecenin yarısında kalk, yahut yarısından biraz eksilt, yahut artır. Kur’ân oku, yavaş yavaş, güzel güzel...! Çünkü biz senin üzerine ağır bir söz vahyedeceğiz...” (Müzzemmil, 73/1-5)

“Ey Abasına Bürünüp Yatan (Peygamber)” Âyet-i Kerimesinin Tefsîr-i Şerîfi:

Şu cihetten Peygamber’e, abaya bürünen vasfı verilip, “Ondan çık!” emri geldi. Yüzünü örtüp gizlenme, zîrâ cihan bir beden, sense onun aklısın. Kuru iddiacılardan gizlenme, meydana çık, sen ki, vahiy mumuyla nurun tâ kendisi oldun, “Geceleri kalk”, çünkü mum da şüphesiz geceleri ayakta durur. Aydın gün bile sensiz geceye döner; lütfun olmasa aslan hummaya tutulur. Safâ denizinin gemisi senin hükmünde; çünkü ey Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) Sen, ikinci bir Nuh’sun. Akıllılar, yol için bir yol bilen ister, bâhusus bu yol, deniz yolu olursa. Kervan yolunu kaybetmiş, bir bak! Her taraf gemicilik taslayan gulyabanilerle dolu. Sen vaktin Hızır’ı, gemilerin imdadına yetişensin; İsa gibi yapayalnız yürüme! Sen ki, bu cemiyette güneş gibisin, bizden kesilip halvete girmen canları karartır. Halvetten cemiyete gel, bizden yüzünü çevirme. Hidayet, Kâf Dağı; Sen’se, Hümâ’sın. Dolunay geceleyin gökte dolaşırken, onun seyrini, köpeklerin ulumaları men edemez. Kınayanlar da senin dolunayın nuruna karşı, köpekler gibidir, yüceliğine karşı havlar dururlar!.. Bu köpekler, “ensıtû-susunuz” emrine14 karşı sağırdırlar; kıskançlıklarından dolunayına havlarlar! Ey hasta gönüllerin şifası, sağıra kızıp körün değneğini alma. “Yolda köre mukayyed olan, Hakk’ın yüzlerce ecrine nail olur. Kim bir köre kırk adım delil olursa o, Mevlâ’nın ğufranına erişir.”15 diye Sen buyurdun. Öyleyse ey meded edici, bu cihanda bunca katar katar körlere rehber ol. Sen ki, doğru yolu göstericisin, doğru yolu gösterenin de işi budur; vaktin matem çekenleri seninle şâd olsun. Ey Hak’tan sakınanların önderi, bu hayale dalanları hakikate sen götür…”16

Verilen örneklerde de görüldüğü gibi gerçek bir İslâm âlimi ve mutasavvıfı olan Mevlânâ, ortaya koyduğu misyonu ve eserleriyle Kur’ân ve nebevî hadîslere hizmet etmiş, onları izah etmiştir. Bu yüzden onu, Kur’ân’ı açıklayan bir müfessir; eserlerini bilhassa Mesnevî’yi de bir tefsir kitabı olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Nitekim Mevlânâ’nın 20. yüzyıldaki takipçisi ve talebesi sayılan Muhammed İkbal’in, “O ki Pehlevî (Farsça) dili ile Kur’ân (a tefsir) yazmıştır”17 ve Nihad Sami Banarlı’nın “… Bu yüzdendir ki, onun büyük Mesnevî’si hakikatte ve hemen baştan sona kadar Kur’ân-ı Kerîm’in Mevlânâ çapında bir evliya tarafından yapılmış heybetli bir tefsiridir.”18 şeklindeki ifadeleri, Mesnevî’nin Kur’ân-ı Kerîm ile olan sıkı ve yakın ilgisini ve ayrıca diğer Kur’ân tefsirleri arasındaki yerini göstermesi bakımından dikkate değer ifadelerdir.

Şunu da belirtmek gerekir ki Mevlânâ’nın eğitim-öğretim açısından önemi büyük olan temsil ve hikâyelerle Kur’ân’ı tefsir etmesi, üslûp olarak da şiir dilini kullanması, Mesnevî’nin bu yönünün bir kısım gözlerden kaçmasına, dolayısıyla asıl gayesinin anlaşılamamasına sebep olmuştur.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı