7 Kasım 2008 Cuma

İMAN - ERDEM İLİŞKİSİ

Mustafa TÜRKGÜLÜ
Diyanet Dergisi Nisan 2000

Bu yazımızda kâmil manada bir Allah inancının lüzumu ve böyle bir imana sahip olmanın insanlara kazandıracağı ahlâkî fazilet ve güzelliklerin üzerinde durmaya çalışacağız.


Bilindiği gibi; dinimize ait hükümler üç ana gruba ayrılırlar. Bunlardan ilkini inanç ve itikad, ikincisini ibadat ve muamelât, üçüncüsünü de ahlâk konuları oluşturmaktadır. Birbiriyle iç-içe olan bu hükümlerin tamamı, insanların dünya ve ahiret hayatını tanzim ve her iki cihanda mutlu olmasını sağlama gayesi taşırlar. Nitekim iman ibadetin; ibadet üstün ahlâkın, üstün ahlâk da insan-ı kâmil olmanın temelini teşkil ederler. Kâmil insan ise, dünyada Rıza-yı Bari Ôye uygun hareket eden ve buna karşılık vadedilen ilahî nimetleri kazanarak ebedî mutluluğa nail olmaya hak kazanan kimse demektir.


Dinimize ait hükümleri ihtiva eden Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah'ın rızasını nasıl elde edeceğimizi ve ona giden yolların neler olduğunu açıkça göstermiş bulunmaktadır. 0, her şeyden önce sâlim ve sağlam bir iman sahibi olmayı önermiştir. Şüphesiz böyle bir imanın ön şartı; Yüce Rabbimizi bilmek, O'nu noksan sıfatlardan tenzih edip kemal sıfatlarıyla tanımaktır. İkinci şartı ise, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i Allah'ın kulu ve resulü olarak kabul etmek, bildirdiklerinin de hak olduğuna ve Allah katından geldiğine dair iman ve ikrarda bulunmaktır.


Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre Allah vardır ve birdir. İnsan, etrafında olanlara ve kendi nefsinde yaşadıklarına şöyle bir baksa, O'nun var ve bir olduğunu apaçık bir şekilde anlar. İçinde bulunduğumuz bu kâinatın yaratıcısı olan Allah, aynı zamanda din gününün, yani ahiret hayatının da sahibidir. Hiç kimseye muhtaç değildir. Aksine herkes ve her şey O'na muhtaçtır. Hay (diri)dır, ezelî ve ebedîdir. 0, her şeye kâdirdir. Rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Merhamet etmeği sever. Aynı zamanda hikmet sahibidir. Her şeyi bilen, her şeyi gören, her şeyden, hattâ kalblerde saklı tutulanlardan dahi haberdar olandır.


Her müslümanın Allah hakkındaki inancının bu şekilde olması gerekmektedir. Şüphesiz böyle bir iman, tüm insanlık için en büyük bir değer, en sağlam bir destek ve dayanak ve de en güvenilir bir rehberdir. Zira böylesine ulvi bir rehber, insanı ortada kalmaktan, her türlü kötülüğe dalmaktan korur, birçok iyilikler yapmasını, ibadet ve itaat duygusunu artırarak manevi hazlara ulaşmasını ve sonuç olarak da mutlu olmasını sağlar.


Kur'an-ı Kerim, insanın bu kemal noktasına gelme halini "ittika" ve "ihsân" dereceleri olarak göstermektedir. İttikayı, korku ve ümit içinde bir yaklaşımla Allah'dan gerektiği şekilde sakınma; ihsanı ise Allah'ı daima hartırda tutma, 0'ndan haya etme (utanma), her şeyi Yüce Yaratan'dan bilerek büyük bir sevgi ve minnet duygusu içinde O'na yönelme ve bağlanma diye açıklamaktadır. İhsân'ın ne olduğu hakkında Cebrail aleyhisselam tarafından sorulan bir soruya karşılık olarak sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "İhsân, Allah'ı görüyormuş gibi O'na ibadet etmendir. Sen O'nu görmüyor olsan dahi, O'nun seni gördüğünü bilmendir."(1)


Ayrıca Kur'an-ı Kerim, insanın bu ideal noktaya gelmesi halini Allah'ın boyası ile boyanma, O'nun öngördüğü sıfatlar ile sıfatlanarak ahlâkî ile ahlâklanma olarak tanımlamaktadır. Allah'ın sıfatları ile sıfatlanan bir kimsenin, en güzel faziletlerle donanmış olacağında asla şüphe yoktur. Onun içindir ki sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bizlerin Allah'ın emrettiği üstün ahlâkla ahlaklanmamızı istemiştir.(2)


Vahdaniyet, yani bir ve tek olma sıfatı, hem inanç ve idealde, hem de toplumun her kesiminde olması gereken birlik fikrinin, beraberlik idealinin yegâne kaynağıdır. Kur'an-ı Kerim, birlik ve beraberlik anlayışının bulunmayışını "fitne" olarak vasıflandırmakta, fitneyi de katl, yani adam öldürme fiilinden daha büyük bir kötülük saymaktadır.


Allah'ın kudret sıfatını kendisine rehber edinen insan, her sıkıntıya katlanmayı, her zorluğu yenmeyi, her çeşit kötülükle mücadele etmeyi; Hikmet sıfatını rehber edinen, hak ve hakikatin gerçek bilgide olacağını, dolayısıyla zan ve şüpheye dayanan anlayışların terk edilmesi gereğini; Onun Esmâ-i Hüsnâsından Adalet sıfatını rehber edinen, hak ve hukuka riayet etmeyi, bu hak kime ait olursa olsun, onu mutlaka koruyup kollamayı ve her türlü haksızlıktan uzak kalmayı; Rahman ve Rahim sıfatlarını rehber edinen ise Allah için sevmeyi ve Allah için iyilik yapmayı öğrenir.


Şüphesiz insan, her şeyden çok Yaratan'ını sever. 0 nedenle Mü'minlerin gönlünde bulunan en büyük sevgi, sevgilerin en yücesi olan Allah sevgisidir. Ancak Yunus Emre'nin deyişiyle insan, yaratandan ötürü yaratılanları da sevmek durumundadır. Bu manada İslâm, zaten Allah sevgisi ile yaratılanların sevgisini, özellikle de insan sevgisini iç-içe ve eğer teşbihte hata olmazsa, birbirine yapışık ikiz kardeşler olarak görmüş ve göstermiştir. Çünkü Allah sevgisinin yüceliğine, Allah'ın eseri olan mahlukatın sevgi merdiveni kullanılmadan çıkılamaz. Zaten Resulullah (s.a.v.) da; "Allah'a yemin ederim ki, müslüman olmadıkça Cennet'e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de müslüman olamazsınız"(3) buyurmamış mıdır ?


Allah sevgisi, Allah'ın emir ve yasaklarına uyma, samimiyet, tevekkül ve teslimiyetle O'na bağlanma şeklinde tezâhür eder. Böyle bir sevgi, insanlar arasındaki ilişkilerin güzelleşmesini, Allah rızasına dayanan iyiliklerin artmasını da sağlar. Bu suretle kardeşlik, birlik ve beraberlik bağları ile dirlik ve düzen anlayışı gelişir. Ayrıca birlikte yaşamanın vazgeçilmez şartlarından biri olan toleransı ve hoşgörü ortamının doğmasına yardım eder. Kuşkusuz o da her yer ve zamanda ihtiyaç duyduğumuz toplumsal barış demektir.


Bilindiği gibi insanlar arasında olması gereken dostlukların azalması, ona bağlı olarak da öfke, hiddet ve düşmanlıkların artması çoğu kez sevgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. İnsanları rahatsız eden yanlış düşünce, yanlış fiil ve davranışlar ile onlardan neş'et eden kötülüklerin tek sebebi de yine sevgisizliktir. Çünkü sevgi olsa, öfkeler diner, düşmanlık duyguları siner, bir daha ortaya çıkma imkanı bulamadan kaybolup gider. Unutulmaması gereken bir husus olarak söylemeliyiz ki, tüm faziletler, tüm iyilik ve güzellikler, sadece sevgi ve samimiyet ortamında doğar ve gelişirler. Bu bakımdan, günümüzde yaşadığımız rahatsızlıkların yok edilmesi için Allah rızasına dayanan sevgi pınarını herkesin gönlüne iyice akıtmamız gerekmektedir. Çünkü bu sevgi ve samimiyet olmadan, yüce dinimizin hedeflediği faziletli hayat ve kâmil ahlâk idealini yakalamamız mümkün değildir. Nitekim toplumsal barış, ahlâk ve fazilet konusunda ortaya çıkan problemlerin, geçmişte de hep sevgi yoluyla halledildiğini görmekteyiz. Gerçekten de, söz gelişi Anadolu'nun en buhranlı, dolayısıyla Anadolu insanının en bunalımlı dönemlerinde gelen Hz. Mevlana'nın, Hacı Bayram Veli'nin, Yunus Emre'nin, Hacı Bektaş-ı Veli'nin metodu sevgi esasına dayanıyordu. Daha önce gelen Ahmet Yesevî'ninki de öyle... Zira bu metot bizzat Yüce Allah tarafından va'z edilen ve Resûlü tarafından uygulanan ilahî bir metottur. Kendi mesajını insanlara tebliğ etme görevi ile görevlendirdiği Resulüne Yüce Allah "onlarla (muhataplarınla) en gülzel şekilde mücadele et"(4) emrini verdikiten başka bakınız bir de ne buyurmaktadır: "İyilikte kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü iyilikle önle. O zaman (görürsün ki), seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki yakın bir dost olur."(5) İşte Resulüllah (s.a.v.)'ın uyguladığı metot bu metot idi; elde ettiği muazzam sonuç ise herkesin malumudur.


Atalarımızın da işaret ettiği gibi, kan nasıl sadece su ile yıkanırsa, kötülükler de ancak iyilikle silinir ve yok edilir. Kuşkusuz bu düşünce, İslâm'ın insanlığa kazandırmak istediği en büyük hasletlerden biridir. Ancak Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre "bu haslete, sadece sabredenlerle (hayırda) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur"(6).


Kur'an-ı Kerim'de bu ayeti destekleyen başka ayetler de vardır. Allah'ın rızasını ve O'nun sevgisini kazanmanın iyilik yapma, sabırlı olma, hakkı söyleme ve insanları sevme şartına bağlı olduğunu birlikte gösteren o ayetlerden bazılarının meali şöyledir:


"Asra yemin ederim ki insan, gerçekten ziyan içindedir. Ancak bundan iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır"(7). " O kimseler ki varlıkta ve yoklukta mallarından infak ederler. Öfkelerini yutar ve insanları affederler. Allah, iyilik ve ihsanda bulunanları sever."(8)


Yukarıdan beri söylediklerimizi bir sonuç olarak özetlemek gerekirse söylenecek söz merhum Âkif'in güzel bir biçimde dizelediği şu beytindeki sözden başkası olamaz:


Ne ilimdir veren ahlâka yükseklik ne irfandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.


(1) Sahih-i Müslim, İman, 1.
(2) Bkz: Sahih-i Buhari, İsti'zan 1; Müslim, Birr
115, Cennet 28.
(3) Buhari, Edebü'l-Müfred, 1/359. H. No:260.
(4) Nahl, 16/125.
(5) Fussilet, 41/34.
(6) Fussilet, 41/35.
(7) Asr Suresi, 103/1-4.
(8) Al-i İmran, 3/134.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı