6 Şubat 2009 Cuma

İsraf ile Cimrilik Arasında Bir Orta Yol: İktisat

Dr. Muhsin TOPRAK

İnsan davranışları, benliğin derinliklerine yerleşen, kimisi soyaçekim yoluyla, kimisi de sonradan kazanılmış bir takım nitelikler doğrultusunda tezahür eder. Benliği donatan bu nitelikler dile döküldüğünde, insan hakkında değer yargısı anlamı taşır. Bunlardan bir kısmı olumlu, diğer bir kısmı da olumsuzdur. İnsanın çeşitli davranışlarıyla ilişki kurularak tasnif edildiğinde, bunlar genellikle üçer kavram halinde ifade edilir. Bunlardan ikisi ifrat ve tefriti, üçüncüsü de vasatı belirler. İnsanın ekonomik davranışlarıyla ilgili olarak dile getirilen israf, cimrilik ve iktisat kavramları bunlardan bir grubu oluşturur.

İsraf ve cimrilik rezilet/düşüklük, iktisat da fazilet/erdem sayılan niteliklerdendir. İsraf, dengesiz harcamak, saçıp savurmak, amaçsız veya gayrimeşru bir gaye için harcama yapmak, meşru bir yerde harcanması gerekenden fazlasını harcamak, haddi aşmak anlamlarına gelir. Bu manayı karşılayan diğer bir Kur’ânî tabir de tebzirdir. Dilimizde buna savurganlık denir. Cimrilik ise ihtiyaçları karşılamak için yeterince harcama yapmayıp kaynakları saklamak ve/veya malı hayır yolunda sarf etmekten kaçınmaktır. Kur’an’da yer alan şuh kelimesi birinci anlamı, buhl kelimesi ise, ikinci anlamı karşılar. Harcamalarda israf ile cimrilik arasında orta bir yol tutmak ise iktisat olarak adlandırılır.

Allah’ın (c.c.) Hoşuna Gitmeyen İki Davranış:
İsraf ve Cimrilik
Ekonomik kaynakların dengesizce kullanılması anlamına gelen israf ve cimriliğin her ikisi de Allah’ın hoşuna gitmeyen davranışlardandır. Dünyayı bütün nimetleriyle istifademize sunan Yüce Rabbimiz (c.c.), insanın dünyevi kaynakları dengeli kullanmasını emrettiği gibi, haddi aşıp savurganlık yapmayı ve cimriliği de yasaklamış, hatta hem israf hem de cimrilik edenleri sevmediğini bildirmiştir.

A’raf suresinin 31. ayetinde “Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyrulmaktadır. Al-i İmran suresinin 180. ayetinde ise “Allah’ın kendilerine bir lütuf olarak verdiklerine cimrice sarılanlar bunun kendileri için hayır olduğunu sanmasınlar. Kıyamet gününde, sarfında cimrilik ettikleri şeyler onların boyunlarına takılacaktır” denilmek suretiyle mallarını Allah yolunda sarf etmekte cimrilik edenlerin ahiretteki perişan halleri resmedilmektedir. Yine bu anlamda Nisa suresinin 36. ayetinde anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yolcuya, kölelere infak emredilmekte, 37. ayette ise Allah’ın, cimrileri, başkalarına cimriliği emredenleri ve Allah’ın kendilerine bağışladığı nimetleri gizleyenleri sevmediği, kesin ve ağır bir dille vurgulanmaktadır.

İhtiyaçları Gidermede Kullanılacak Kaynak Miktarı
Beşeri ihtiyaçlar iktisatçıların dediği gibi sınırsız değildir. Dolayısıyla ihtiyaçların tatmininde sınırsız kaynak kullanmak da gerekmez. Sınırsız olanlar arzu ve ihtiraslardır. İnsanlar arzu ve ihtiraslarını tatmin için ihtiyaçları karşılayacak şeylerden fazlasını isterler. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu hakikati, “İnsanoğlunun bir vadi dolusu malı olsa ikincisini ister” (Müslim, Zekât, 117 ) hadisiyle anlatmıştır.

İhtiyaçların karşılanması için yeterli seviyede kaynak kullanmak, iktisat; yeterli seviyenin üstüne çıkmak israf; imkânı olduğu halde ihtiyaç tatmininde yeterli seviyenin altında kalmak da cimriliktir. Bu, ibadetler için sarf edilen kaynakların kullanımı bile olsa böyledir. Bunun en güzel örneğini, abdest konusunda Hz. Peygamber’in yaptığı uyarı oluşturur. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.s.) Sa’d’e (r.a.) uğradı. Sa’d bu esnada abdest alıyordu. Resûlullah (s.a.s.), onun suyu aşırı kullandığını görünce “Bu israf da nedir?” diye sordu. Sa’d de, “Abdestte de israf olur mu?” dediğinde, Hz. Peygamber (s.a.s), “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile” şeklinde cevap verdi.” (İbn Mâce, Tahare, 48) .

Ancak ihtiyaç denilince bundan sadece yeme, içme, giyme gibi şahsi ihtiyaçlar anlaşılmamalıdır. Dinî, millî, içtimaî, ailevî, meslekî temel görevlerin îfası için gerekli olan şeyler de bu ihtiyaç listesinin içine girer. İnsan bazen şahsi ihtiyaçlarını basit, ekonomik değeri düşük maddelerle karşılayabilecek iken, toplumsal kabuller, sosyal statüler gereği daha karmaşık, ekonomik yönden daha değerli maddeler kullanmak zorunda kalır. Bu ve benzeri durumlarda harcanan şeyler israf sayılmaz. Örneğin, insan basit ve ucuz kumaştan bir beze bürünmek suretiyle örtünebilir, bu bez örtünme ihtiyacını karşılayabilir. Ancak toplumsal kabuller, o topluma mensup insanların toplum içindeki yerlerine göre farklı giyinmelerini zorunlu kılar. Bu da fazladan kaynak harcamayı gerektirir ki, bu türden bir harcama israf kapsamında değerlendirilmez. Hatta örfün gerektirdiği şekilde ve sosyal statüye göre ihtiyacı karşılayacak özellikte giyinmemek cimrilik olarak mütalaa edilebilir. Bunun da ötesinde Allah’ın nimetlerini kulların kullanmaları O’nun hoşuna giden bir davranıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde “İsraf ve gösteriş olmaksızın yiyiniz, giyiniz, tasadduk ediniz. Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmekten hoşlanır” (Buhari, Libas, 1) buyurarak bu hakikati dile getirir.

Yalnız hem kişisel anlayışlar, hem sosyal statüler, hem de toplumsal kabuller nazar-ı dikkate alındığında, ihtiyaç tatmininde sınırları belirsiz, çok geniş bir alan ortaya çıkarıyor ki, bu da ihtiyaç olmayacak pek çok maddenin ihtiyaç olarak algılanabileceği ya da ihtiyacın giderilmesinde dengesiz harcama olabileceği endişesine yol açıyor. Yeterli seviyenin ne kadar olacağına karar verecek olan akıldır. Akıl, anlayan, kavrayan hüküm veren tarafımız olduğu için, neyin israf, ne kadarının cimrilik olduğuna o hükmeder. Dolayısıyla burada akıl hakem konumundadır. Ancak aklın çok keyfi ve bencilce hüküm verebileceğini göz önünde bulundurursak bunu kayıtlayıcı bir başka unsura daha ihtiyaç vardır ki bu da vicdandır. Bu durumda insana bazen ihtiyaç gibi görünen, fakat toplumsal durumlar göz önüne alındığında insan vicdanını rahatsız eden hususlar olabilir. Dolayısıyla aklın israf olmadığına hükmettiği bir konuda vicdan tereffühe/rahat yaşamaya izin vermez. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifi, vicdanın belirleyiciliğini ortaya koyar.

İnfakta İsraf Olur mu?
İnfak, Allah yolunda veya Allah’ın rızasını kazanmak için mal sarf etmektir. Peki, bunda da israf olur mu? İnsan ne kadar infak ederse israf etmiş olur? Kur’an-ı Kerim’de muhtelif ayetlerde bu konu üzerinde durulmuş ve kişinin, kendisini başkasına muhtaç duruma düşürecek miktarda mal sarf etmesi israf olarak nitelenmiştir. En’âm suresinin 141. ayetinde ekinleri ve meyveleri verenin Allah olduğundan bahisle “hasat gününde onlardan yiyin, fakirin hakkını da verin, israf etmeyin” deniliyor. Burada “israf etmeyin” sözü “vermekte israf etmeyin, yani aşırı gitmeyin” şeklinde tefsir edilmiştir. Bu hususla ilgili şöyle bir olay anlatılır ki, bu olay aynı zamanda ayetin nüzul sebebi olarak gösterilmiştir. Sabit b. Kays (r.a.) hasat zamanında insanları hurma bahçesine girip üründen almaları konusunda serbest bırakmış, fakat bütün meyveler toplandığı için de ailesine hiçbir şey kalmamıştır. Bu yüzden de ayet nazil olarak orta bir yolu tavsiye etmiştir.

İsrâ suresinin 26–27 ve 29. ayetlerinde, “Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa haklarını ver, ama saçıp savurma. Saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridir. Zaten şeytan da Rabbine karşı büyük bir nankörlük sergilemiştir. Ne ellerini bütün bütün boynuna bağlayıp kilitli tut, ne de sonuna kadar aç. Böyle yaparsan kınanan ve eli boş, açıkta kalan biri olup çıkarsın” buyruluyor. Bu ayette de açıkça infakta orta yol emrediliyor.

Furkan suresinin 67. ayetinde ise, infakta israf ve cimrilik etmeme müminlerin niteliği olarak gösteriliyor; ikisi arasında orta bir yol tutulması tavsiye ediliyor. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de “Sadakanın hayırlısı, kişiyi fakir/başkasına muhtaç duruma düşürmeyecek kadar olandır” (Buhârî, Zekât, 18) buyuruyor. Yine bununla ilgili olarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) malın tamamını tasadduk veya vasiyet etmeyi yasakladığı rivayet ediliyor (Buhârî, Vesâyâ, 2) .

İktisat Erdemi
İktisatlı yaşamak birkaç açıdan erdemdir. Birincisi; iktisatlı davranmak, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Zira Allah (c.c.), yaratmada öyle davranıyor ve biz buna uygun olarak kâinatta azami tasarruf prensibinin hâkim olduğunu görüyoruz. İkincisi; iktisat etmek nimetlere karşı bir hürmeti ifade eder, dolayısıyla manevi bir şükür ifadesi olur. İsraf ise bunun tam zıddına nimeti hafife almak anlamına gelir. Üçüncüsü; orta yol, insan hayatının her yönünde onun faydasına olan bir güvenlik şerididir, bu yüzden insanî erdemlerden sayılır. İnsan tavır ve davranışlarında orta bir mertebe tutturdu mu, sırat-ı müstakimi bulmuş ve pek çok tehlikelere karşı kendisini korumuş olur. İktisat da ekonomik kaynakların kullanımında orta yol olduğu için bu da bir erdemdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Bir kimsenin hayatında orta yolu tutması onun akıllılığındandır” ; “İktisat eden geçim sıkıntısı çekmez” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/447) (Buhari, Rikak, 18) ve kendisi de öyle yaşamıştır. Bir sahabi diyor ki, “Ben Resulullah’ın arkasında namaz kıldım. Onun namazı da orta, hutbesi de orta uzunluktaydı” (Müslim, Cuma, 41, 42) .

Ayrıca insan onurunun korunması hususunda da bu erdemin katkısı çok büyüktür. Bunu Bediüzzaman hazretleri tarihten bir kıssa ile şöyle anlatır: Bir zaman, cömertliğiyle ünlü Hâtem-i Tâî’ye, “Sen kendinden daha aziz birini tanıyor musun?” diye sormuşlar, o da, “Evet öyle birini tanıyorum, yaşlı bir adam. Misafirlerime hediyelerle birlikte ziyafet verdiğim bir gün, dışarı çıkmıştım, baktım ki yaşlı, fakir bir adam, dikenli çalı ve gevenleri sırtına yüklemiş, götürmeye çalışıyor. Hem de dikenler bedenine batıp kanatıyor. Ona dedim ki, “Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; üç-beş kuruşluk çalı yüküne bedel belki de beş yüz kuruşluk hediye alırsın.” O ihtiyar dedi ki, “Ben, bu dikenli yükü izzetimle çekerim, taşırım. Kimsenin minneti altına girmem.” İşte sahrada rast geldiğim o muktesid ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmerd gördüm.”

İktisatla Cimrilik Arasındaki Fark
İktisatlı davranmak bazen cimrilik olarak algılanmakta ve nitelenmektedir. İktisatlı davranmak cimrilik midir? Tabii ki iktisatla cimrilik farklı şeylerdir. Bediüzzaman Hazretleri bu ikisi arasındaki farkı şeklen birbirine benzeyen tevazu ile zillet, vakar ile kibir arasındaki farklılığı dile getirerek şu şekilde ortaya koyuyor: “İktisad ve hıssetin (cimrilik) çok farkı var. Tevâzu, nasılki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Ve vakar, nasılki kötü hasletlerden olan tekebbürden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Öyle de: Ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyyeden olan ve belki kâinattaki nizâm-ı hikmet-i İlâhiyenin medârlarından olan iktisad ise, sefillik ve bahillik ve tama’kârlık ve hırsın bir halitası (karışımı) olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız, sureten bir benzeyiş var.”

Üstad, iktisat ile cimrilik arasındaki bu farklılığı sahabe hayatından tarihi bir olay anlatarak da ortaya koyuyor: “Sahabenin abâdile-i seb’a-yı meşhuresinden olan Abdullah İbn-i Ömer Hazretleri ki: Halife-i Resûlullâh olan Fâruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (r.a.) en mühim ve büyük mahdumu ve sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zat-ı mübârek çarşı içinde, alış-verişte, kırk paralık bir mes’eleden, iktisad için ve ticaretin medârı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir sahabe ona bakmış. Rûy-i zemînin Halife-i Zîşanı olan Hazret-i Ömer’in mahdûmunun kırk para için münakaşasını âcib bir hısset tevehhüm ederek o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister. Baktı ki Hazret-i Abdullah hâne-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?” Her birisi dedi: “Bana bir altın verdi.” O sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde ikiyüz kuruşu kimseye sezdirmeden kemâl-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü, gitti, Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer’i gördü. Dedi: “Ya İmam! Bu müşkilimi hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.” Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisaddan ve kemâl-i akıldan ve alış-verişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadâkatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir; hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.”İmam-ı Azam, bu sırra işaret olarak, لاَ اِسْرَافَ فِى الْخَيْرِ كَمَا لاَ خَيْرَ فِى اْلاِسْرَافِ demiş. Yâni: “Hayırda ve ihsanda (fakat müstehak olanlara) israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.” hadisleriyle bu erdemi dile getirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) sadece ekonomik konularda değil, hayatın her alanında orta bir seviye tutturmayı tavsiye etmiş


Sonuç
İktisatlı yaşamak, vasatı ifade eden bir davranış biçimidir. İktisat, hem nimete karşı bir saygı, hem nimeti verene karşı bir şükür ifadesidir. Aynı zamanda insan onurunu koruyan bir erdemdir. Bu yüzden Allah’ın hoşuna gider. Ekonomik kaynakların kullanımında haddi aşmayı ifade eden israf ve savurganlıkla, kaynakların yeterince kullanılmayıp saklanması anlamına gelen cimrilik, Allah’ın sevmediği davranışlardandır. İnsan ihtiyaçlarını karşılarken kendisi için bir güvenlik şeridi olan orta yolu takip etmelidir. Neyin ihtiyaç olduğuna ve ihtiyaçlarını hangi miktarda bir kaynak kullanımıyla gidereceğine akıl ve vicdanıyla kendisi karar verecektir.


1 yorum:

  1. çok faydalı bir yazı olmuş iktisad ve israf çok güzel anlatılmış. teşekkürler

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı